Bir medeniyet düşününüz ki, sadece insanı değil, taşı, toprağı, ağacı ve suyu da incitmekten sakınsın.
Bir mektep düşününüz ki, eşyaya merhameti, ağaca saygıyı, taşlara edebi işlemiş olsun. İşte biz, o medeniyetin çocuklarıyız. Ve maalesef, o yüksek terbiyeyi kaybetmek üzere olan bir çağın ortasındayız. Bu topraklarda bir zamanlar, su içtiği bardağı öperek kenara koyan Mevlevî dervişler vardı. Onlar için bardak cam değil; nimetin şahidi, suyun hizmetkârı idi. Ormana girmeden evvel, genç fidanları ürkütmemek için baltanın sapına bez saran tahtacı dedelerimiz vardı.
Çünkü bir ağacı kesmek, ruhsuz bir odunu devirmek değil; yaratılmışa müdahale etmekti. Bunu ancak eşyanın da bir lisan-ı hâli olduğuna iman eden bir irfan kavrayabilir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Eşyada tevfik-i ilâhî vardır” buyurur. Yani her eşya, hilkatin mizanına uygun olarak yerli yerindedir. Hiçbir taş, lüzumsuz; hiçbir ot, başıboş değildir. O hâlde insan, eşyaya nasıl hoyratça el sürebilir?
Her şeyin Allah namına var olduğu bir kâinatta, eşyaya karşı merhametsizce davranmak, sadece görgüsüzlük değil, aynı zamanda bir iman zaafıdır. Eskiler, bir eşyayı atarken çok sevdiği kimseden ayrılıyormuş gibi muamele eder, sevgi sunar, teşekkürle uğurlardı. Ekmek kırıntısını çöpe atmak edepsizlik sayılırdı. Dikişi sökülen bir gömlek “artık çöp” değil, “biraz daha vazifesini ifa etsin” diye tamir edilirdi. Zira nimet hor görülmez, hürmet isterdi.
Modern çağ, insanı yalnızlaştırırken eşyayı da değersizleştirdi. Tüketim kültürü, eşyayı hızlıca elde edip, hızla çöpe atmayı teşvik etti. Eşyayla kurulan sadakat bağı, yerini gösterişe; kanaat duygusu, yerini israfa bıraktı.
Şimdi düşünelim, su içtiği bardağı öpen Mevlevînin haletiyle, eğlence olsun diye porselen tabakları peşpeşe şakır şakır kıran günümüz insanı arasında ne büyük bir kopuş var! Bu sadece bir davranış farkı değil; iman, edep ve tefekkür farkıdır. İsraf, sadece malı ziyan etmek değil, nimetin arkasındaki Rahmeti görememektir. İktisat ise, sadece azla yetinmek değil, eşyaya karşı vazifeli bir bakışla muamele etmektir. Zira “İktisat, Rahmânîdir; israf, şeytânîdir.”
Mü’min, sadece namaz kılarak değil; eşya ile kurduğu ilişkiyle de Allah’a kulluk eder. Her nesneye bir emanet gibi yaklaşır, her nimete bir şahit gibi bakar. Zira eşyayı incitmeyen kalp, mahlûkâta da zulmetmez. Taşa hürmet eden, insana merhameti ihmal etmez. Zira o bilir ki, yer yüzündekilere edilen merhamet gök ehlinin rahmet duasına vesiledir. O hâlde bugün yapılacak şey bellidir: Eşyaya karşı gösterilen edebi, yeniden ihya etmek. İsrafı hayatımızdan silmek. Her nesnede “Esmâ-i Hüsnâ”nın bir tecellisini görüp ona göre davranmak. Kuşlara saray yapan, sokak hayvanları için vakıflar kuran bir medeniyetin çocuklarıyız. Gelin, o ruhu yeniden kazanalım. Zira unutmamalıyız ki: Eşyayı dahi incitmeyen bir kalp, “incinse de incitmez” ve kıyamet gününde incinmez.