Eski çağlarda kalp/gönül ehli şeyh, derviş, müridler, “tasavvuf ve tarikat” metodlarıyla çilehâne-uzlethâne, tekke, zaviye veya mağara gibi sakin mekânlar seçerlerdi.
Ve İlâhî zikirle meşgul olup kalb ve lâtifelerini işletirlerdi. Aynı zamanda, dâima Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda olmanın tam bir huzûr ve mutluluğunu duyarlardı.
Ancak, günümüzde ne ömür, ne de hayat şartları buna müsait. Ömür kısa, hayat şartları ağır. Koca dünyamız, küçük bir köy hükmüne geçmiş. Bir ağ gibi dünyayı saran kitle iletişim vasıtaları ve teknoloji, “uzlet” imkânlarından mahrûm ediyor. Mağaralar bile şenlendirilmiş, turist doldurulmuş!
İşte Bediüzzaman, “Tarikat zamanı değil” derken; tarikatin eski metod ve usûllerinin; fen, felsefe ve ilimden gelen hücumları durduramayacağına işâret eder. Ve günümüz şartlarında; tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçişi ile feyz almanın güvenli yolunu açarak bu açmazımızı halletmiş. Esma-i Hüsna’nın tecellilerini okutarak, içinde yaşadığımız dünya cennetine çevirebileceğimiz evimiz, sokağımız, caddemizi; çalıştığımız bağımız-bahçemiz, fabrika ve iş yerimizi; bindiğimiz ulaşım vasıtalarını; havasını doya doya soluduğumuz kırları; sofralarımızı “modern çilehâne ve uzlethâneye” dönüştürmüş:
Her şeyin üstündeki Allah’ın kudret damgasını; terbiye mührünü ve kaleminin nakışlarını gösterir.1 Herşeyde Esma-i Hüsna’yı okutturur. Ve bir nev’î huzur-u daimiyi kazandırır.
Üzerinde durduğu bir diğer önemli nokta da, tasavvuf ve tarikatin vesilelikten, vasıtalıktan çıkarılıp, gaye ve amaç haline getirilmesidir. Onu Sünnet-i Seniyye dairesine çeker. Orijinal ifadelerinden takip edelim:
“Tarikat ve hakikat vesîlelikten çıkmamak gerektir. Eğer maksud-u bizzat hükmüne geçseler, o vakit şeriatın muhkematı ve ameliyatı; Sünnet-i Seniyyeye ittibaı resmî hükmünde kalır kalb öteki tarafa müteveccih olur.2 Bu cümleden olarak, tarikat ehlinin düşme ihtimâli olan bir vartaya, tehlikeye dikkat çeker: İfrat ile tarikat taassubu taşıyanların bir kısmı adab ve evrâd-ı tarikatı Sünnet-i Seniyyeye tercih etmekle, sünnete muhalefet edip, sünneti terk eder, fakat virdini bırakmaz. O suretle adab-ı şeriyeye bir lâkaydlık gelir, vartaya düşer.3
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 264;
2- Mektubat, s. 495;
3- a.g.e., s. 501.