İslâmın, yani, Kur’ân ve Sünnet-i Seniyyenin getirdiği iman esasları doğmatik değildir. Zira, iman, mutaassıbane, körü körüne bir taklit değil, mutlaka aklî, mantıkî, ilmî bürhan, delil, ve belgelerle tahkikî olarak kabul edilmelidir.
Bediüzzaman bu hususu şöyle vurgular: “Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulum-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulum ve fünundan mülâhhasdır.” (İşaratü’l-İ’caz, s. 166)
Bunlar da, “Tehzibü’r-ruh (ruh ıslah bilimi, nefis terbiyesi), riyazetü’l-kalb (kalbin temizlenmesi, işletilmesi, terbiyesi), terbiyetü’l-vicdan (vicdan terbiyesi, eğitimi), tedbirü’l-cesed (beden, vücut idaresi, eğitimi ve yönetimi), tedvirü’l-menzil (hayat ortamı, ev idaresi), siyasetü’l-medeniyye (toplum siyaseti, yönetim bilimi), nizamatü’l-âlem (genel düzenleme), hukuk, muamelat (şahıs, aile, miras, ticaret, iç hukukla ilgili meseleler), adab-ı içtimaiye (sosyal hayat, beşerî münasebetler, ahlâkî kurallar, davranışlar), vesaire vesaire gibi ulum ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesidir (kanunların, prensiplerin içindekileridir).” (Bediüzzaman, İşaratü’l-İ’caz, s. 166)
Bu ilimleri özümseyip benimsemek, mükellef/sorumlu olmak için akıl ve baliğ olmak şarttır.
Âkıl: Bir hukuk terimi olarak iyi ile kötüyü, kâr ile zararı ayırt etmeye yarayan zihnî Baliğ: Ergenlik, bulûğ sonrası dönem, kişinin çocukluktan çıkıp yetişkin insan özelliği kazandığı önemli bir hayat merhalesidir. Ergenlikten asıl maksat kişinin aklî ve ruhî yönden ergen; dinî-hukukî hükümlere muhatap olmaya elverişli, yani, çocukluk devresinden çıkıp fiilen veya hükmen cinsî ergenlik kazanmalı. (https://islamansiklopedisi.org.tr/bulug)
İşte bu şartlara sahip olan teklife, yani, iman ve sair dini emir ve nehiyler muhatap, mükellef/sorumlu olur. O halde bu özellikleri tahkikî imanla kazanan bir mü’min asla “doğmatik” olmaz!
Zira, Bediüzzaman’ın tesbiti gibi, “Biz Kur’ân şakirtleri olan Müslümanlar, bürhana (ispat eden delile) tâbi oluyoruz, akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklit için bürhanı bırakmıyoruz.” (Bediüzzaman, Hutbe-i Şamiye, s. 33)