Geçen hafta, Risale-i Nur’dan, “Nur cemaatinde meşveret ve istişare esastır. Siz, meşveretle ne lâzımsa yaparsınız. (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 49) Aranızda münakaşasız bir meşveret ediniz. Kararınızı kabul ederim…” (Bediüzzaman, Şuâlar, s. 289) pasajlarını paylaşmıştık.
Bir kardeşimiz, “Peki, ya münakaşa olunca ne olacak?” diye soruyor. Evvelâ şahs-ı manevî, UM, feraset ve dirayetiyle münakaşasız bir meşvereti sağlar. Saniyen, “Birşey bütün elde edilmezse, bütün bütün elden kaçırılmaz” kaidesince daha da geliştirerek meşverete devam etmeli.
Salisen, cemaate mensup şahıslar olarak ise, münakaşasız meşveret zeminin teşekkülü için şu prensipleri özümsemek, benimsemekle mükellefiz:
Bu kudsî hizmette teenni ile, meşveretle, ihtiyatla çalışmak lâzımdır. (Emirdağ Lâhikası, s. 339) Aranızdaki samimî tesanüt ve meşveret-i şer’iye, sizi öyle şeylerden muhafaza eder. İçinizdeki şahs-ı manevinin fikrini, o meşveretle bildirir. (Emirdağ Lâhikası, s. 73) Medâr-ı nizâ sebebi bir mesele varsa meşveret ediniz. (Age, s. 164) “Meşveret-i şer’iyeyle reylerinizi teşettütten (dağınıklıktan) muhafaza ediniz. İhlâs Risâlesi’nin düsturlarını her vakit göz önünüzde bulundurunuz. Yoksa, az bir ihtilâf bu vakitte Risâle-i Nur’a büyük bir zarar verebilir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 183)
Tartışma şundan da kaynaklanır: “Ehil olmayanlar bir işe girseler, elbette sûiistimal ederler.” (Bediüzzaman, Mektubat, s. 430)
Oysa, “Taassup yerinde hak; Ve safsata yerinde bürhan; Ve tadlil-i gayr (başkalarını batıllıkla suçlamak) yerinde Tevfik (Allah’ın yardımı) ve tatbik (uygun hale getirme) ve istişare ederse dünya birleşse, hak olan mezhep ve mesleğini bir parça tebdil edemez. Nasıl ki, zaman-ı saâdette ve Selef-i Salihîn zamanlarında hükümfermâ hak ve bürhan ve akıl ve meşveret olduklarından, şükûk ve şübehatın (tereddüt ve şüphelerin) hükümleri olmazdı.” (Muhakemat, s. 32, Yeni Tanzim 59)
Ferd olarak ise, “Sizden kim bir münkeri, kötü, çirkin bir durumu görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı imanın en zayıf mertebesidir.” (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 89) hadis-i şerifine göre hareket etmek mecburiyetindeyiz.
Kimileri “Müfsid” (bozguncu) olabilir veya ”bilmediği halde ifsad edebilir.” (Bediüzzaman, Münâzarât, s. 49) Yani, iyi niyetlidir, ama yanlışı doğru biliyor.
Unutmayalım, cemaatin, şahs-ı manevinin ve meşveretin büyük bir feyiz ve bereketi vardır; feraseti ve manevî gücüyle bunları da önler.