Bazen ihtiras öyle bir safhaya ulaşıyor ki, insanı âdeta kör ediyor. Göremiyor işin önünü, sonunu; görmüyor, görmek istediğinden başkasını.
Muhteris, öyle bir hâl alıyor ki, her şey dere tepe dümdüz oluyor onun nazarında, nezdinde. Kırılmış dökülmüş, üzülmüş büzülmüş onun için bir değer ifade etmiyor; bir manâya gelmiyor. Yeter ki, tatmin olsun hırsları; yeter ki faş olmasın sırları.
Hemen dün kırılıp dökülen gönül, nasıl tamir edilir? Geride kalan gün, söylenenler nasıl tashih edilir? Kırılanlar, darılanlar nasıl teskin edilir, şöyle bir düşünmek gerekir, insaf terazisiyle tartarak. Değer mi?
Değer mi makam mevki, şan şöhret; para pul için eğilmeye, bükülmeye değer mi? Yalanlarla dolanlarla insanları celbetmeye değer mi?
İhtiraslar uğruna, “değerleri” kullanmaya değer mi?
Fakat maalesef bunlar yaşandı, haftalar boyunca. Hem de halkın gözlerinin içine baka baka! Hep birlikte yaşadık bunları, dirlik olmak kastıyla. Menfaatin hangi rengi şu dünyanın mihnetine değer ki?
Hâlbuki Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîmde; “Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği, ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur” buyuruyor ve ardından da “Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir”1 âyetiyle, hiçbir şeyin hırs göstermeye değmeyeceğine dikkat çekiliyor.
Âyette, “çer çöp”e benzetilen dünya hayatı, özellikle, dünyanın aldatıcı tarafları nazara verilip, “cam parçası” mesabesindeki dünya metaına itibar edilmemesi tavsiye edilmektedir. Esasen dünya hayatının kötü olmadığı; kötü olanın, onu Allah’a ve Peygamber’e (asm) itaate yöneltmemek; ahireti ve insanlığı unutup, sırf dünyaya ve dünyanın fânilerine ve fenalarına kapılmak olduğu anlatılmaktadır.
Bu hakikatleri bilmeyenler belki mazur sayılırlar; ama bilerek, bildiğini bildirerek; Âyetleri, Hadisleri ileri sürerek, duyguları tahrik ederek vatandaşın sırtına binenlere ne denir?
Zahire göre, neticeye varıldı; her şey arzulandığı gibi, yerli yerine oturdu. Bu, işin görünen yüzü.
Ya, işin özü?
Hislerin heyecanların, meydanlarda atılan hamasî sloganların arka planını biz bilmeyiz, ama elbet bilen biri var. Elbet bunun bir hesabı, bir kitabı, bir mizanı var. Kimden, nasıl gizlenir?
Bakınız, “Gizlenenlerin ortaya döküldüğü günde insan için ne bir güç ne de bir yardımcı vardır”2 buyuruyor Rabbimiz.
Anlaşılıyor ki, hiçbir şeyi kamufle etmenin mümkün olmadığı o günde, burada örtbas edilenlerin hepsi âyân olacak; kabahate arka çıkan bir kimse bulunmayacak ve avunulan bütün “çer çöp” ortalıkta kalacak.
O kul, dünyanın hiçbir şeyinin itişip kakışmaya değmediğini en nihayet görecek. Belki de, Şair Şirazî’nin “Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin”3 sözünü manzûmane ve ne yazık ki, mahzûnâne terennüm edecek.
Ama heyhat, hiç kimse dinlemeyecek…
Dipnotlar:
1- Hadîd Sûresi, 20.
2- Târık Sûresi, 9-10.
3 - Mektubat, 258.