Sevgi, âlemdeki her canlının varlığına denk duygu. Sevgiler içinde, önce, Allah’ı sevmek; ondan sonra da, peygamber sevgisi gelir.
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hem beşerdir, beşeriyet itibarıyla beşer gibi muamele eder; hem resuldür, risalet itibarıyla Cenab-ı Hakkın tercümanıdır, elçisidir.”1
Bunun içindir ki, “Onu seven, Allah’ı sevmiş olur.”2 “Ona itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.”3
Sözün, özü, meselenin mahiyeti, şöyle:
Risale-i Nur’da da adı geçtiği üzere; 1083 yılında Sabte’de dünyaya gelen Endülüslü büyük âlim Kadî İyâz, Peygamber Efendimiz (asm) ile Hz. Ömer (ra) arasında geçen şu konuşmadan çok etkilenmiş:
Hz. Ömer (ra) Peygamberimize (asm) gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Seni canım hariç her şeyden fazla seviyorum” deyince, Peygamberimiz (asm); Hz. Ömer’e (ra) bakarak, “Ey Ömer! Böyle yapmakla imanın kemale ermiş olmadı” cevabını vermiş. Ne zaman Ömer (ra) “Ey Allah’ın resulü, seni anamdan, babamdan, ailemden, çoluk çocuğumdan, malımdan ve nihayet canımdan da çok seviyorum!” deyince Peygamberimiz (asm) Hz. Ömer’e dönerek; “İşte şimdi imanın tam olarak kemale erdi ya Ömer!”4 buyurmuş.
Peygamber Efendimiz (asm) ile Hz. Ömer (ra) arasında geçen bu mülâkat, Kadî İyâz’ı, mü’minlerin imanını tahkim edecek bir reçete olması için, her satırı Resulullah sevgisi kokan “Şifâ-i Şerif” eserini yazmaya sevk etmiş.
Vücuda gelen bu eser, sadece Endülüs sultanlarının değil Fatih Sultan Mehmed’den, Kanunî Sultan Süleyman’a ve Sultan Abdulhamid’e kadar bütün padişahların fermanlarıyla halka okunması ve okutulması tavsiye edilmiş.
Sultan Abdulhamid Han bir hastalığa düçar olup, tabiplerden de bir netice alamayınca, ulemadan bir grup padişaha gelerek, “Huzurunuzda Şifa-i Şerif hatmi yapalım, biiznihî Teâlâ hiçbir şeyiniz kalmaz” diyorlar.
Sultan Abdulhamid Han, başucunda günlerce okunan Şifâ-i Şerif hatimlerinden sonra şifaya kavuşunca, “Meğer bu Şifâ kitabı, her şeye şifaymış” diyor. Bunun üzerine, ulema arasında “Şifâ, şifadır” sözü darb-ı mesel oluyor.
Şifâ-i Şerif’in en önemli özelliği, onsuz olunamayacak Resulullah sevgisini gönüllere tesis etmesi; onu okuyan kişinin okuma esnasında, Peygamber Efendimize (asm) çoklukla salât-u selâm getirmesine vesile olmasıdır.
Onunla başlayan her iş güzel; Onunla selâmlaşan her gönül, her beden manevî olduğu gibi, maddî şifaya da kavuşur.
Allah’ı seven, Onu da sever.
Âlemlerin Rabbi, Kitabında; “Deki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin”5 buyurmaktadır.
Endülüs sultanlarından başlayarak, Osmanlı Sultanları, Peygamberimizi (asm) vasfeyleyen pek çok hadis-i şerifini ihtiva eden Şifâ-i Şerif’in büyük camilerde okunması için ferman çıkarmış; maaşlarını devletin ödediği “Şifâhan” adındaki Şifâ-i Şerif okuyucuları ihdas edilip, bu uygulama yıllarca ifa edilmiş.
Ne var ki bu değerli geleneğe, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Reisliğinin 3595/9515 sayılı tamimi ile 1 Ocak 1926 tarihinden itibaren resmen son verilmiştir.6
“Ayn’ı şaşı, nâdânlar, bu sevgiden ne anlar / Anlayansa, kahpece tasavire, yanarlar.”
Peygamber (asm) sevgisinin lâftan, lâfızdan ibaret olamayacağını bilen mütedeyyin (!) zevatın; bilhassa, ecdâd hayranlarının kulakları çınlasın…
Dipnotlar:
1- Mektubat, s. 115.
2- Âl-i İmran Suresi: 31.
3- Nisa Suresi: 80.
4- Müslim, İman, 69.
5- Tevbe Suresi: 24.
6- Kadî İyâz, Şifa-i Şerif Tercüme ve Şerhi, 3.