Yine bir fasl-ı bahar; yeryüzünde bir nehar… “Ol!” emrine muti olan cemreler birer birer düştüler, iş başına geçtiler: Havada, karada ve suda.
Ve ardından, her şey, kımıl kımıl kımıldıyor dünyada.
İnsanda da bir şevk, bir heyecan, bir ümit meşalesi…
Bu mevsimde yaşanan, umumî bir diriliş; sonbaharda bürünülen yorgandan silkinerek uyanış.
Can olarak ne varsa, taife taife, canlanırlar yeniden; tıpkı haşir sabahındaki diriliş misali.
Mâ-i Nisan, can suyu; ardı sıra doğan güneş, bir başka.
Göz kırpıyor çiçeklere, böceklere, nebadata, hububata.
Sanki “Hadi artık, uyanın!” diyor lisan-ı hâliyle, arzı saran huzmenin diliyle.
Evvelâ, toprak uyanıyor; bir cihette, zer edilecek tohumlara hamile.
Yarın onlar çiçek çiçek olacak, yaprakların arasına neler neler dolacak. Aş olacak, iş olacak, ekmek olacak muhtaç olan insana.
Neticesi rahmet, bolluk, bereket!
Derelerin şırıltısı, böceklerin cırıltısı, kedilerin mırıltısı, karabaşın hırıltısı, kuşların cıvıltısı musıka-i İlâhî.
Bunun içindir ki, 22 Mart ile 21 Haziran günleri arasında hüküm süren bahar, sohbet, eğlence temaşa ve tefekkür mevsimi olmasından dolayı divan edebiyatında fasl-ı bahâr, nev-bahâr, mevsim-i gül, mevsim-i gülşen, mevsim-i gülzâr, mevsim-i sahrâ, vakt-i gül, devr-i gül, devr-i câm, zamân-ı ferah, eyyâm-ı adl gibi isimlerle anılır. 1
Geceyle gündüzün eşit olduğu nevruz da bu mevsim içinde.
Risale-i Nur’da, yeryüzünün uğradığı değişim ve hâsıl olan güzellikler cümlesinden olarak, “Rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuât-ı sağîrenin tâifelerine öyle şâşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakàt-ı âliyede olan ruhâniyâtı ve melâikeleri ve sekene-i semâvâtı seyre celb edecek bir câzibedarlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütâlâagâh oluyor” 2 deniliyor.
Her ilkbaharda yeşeren ağaçlar, otlar çimenler, rengârenk çiçekler ve dahi yağmurla ıslanan toprağın o nefis kokusu…
Evet.
Yeniden doğuşun nezafeti, nefaseti, duruluğu, diriliği ve gözler önüne sergilenen muhteşem güzelliği, Yaratanın Cennetine bir misal!
Edipler, “Baharda delilerin derdi gibi, âşıkların sevdâsı da artar” derler.
Masnuat gibi insan da duygularının canlandığı şu günlerde, görmek gerekmez mi bunca güzelleri, güzellikleri?
Sevdâlanmak gerekmez mi, Cennete?
Dipnotlar:
1- TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 4. cildinde, 468.
2- Said Nursî, Sözler, 185.