Nasıl ki radar korkusuyla hız düşürüyor, Mobese kameraları endişesiyle kurallara uymaya özen gösteriyoruz.
Aynen öyle de; Rabbimizin nazarı altında olduğumuzu da hiçbir zaman unutmamak gerekir. Onu hatırdan çıkarmayıp, amellerimizi, yani işlerimizi, davranışlarımızı ona göre belirlemeliyiz.
Camide cemaatte, mescitte, medresede Allah’ı fark ederek ibadet ediyoruz. Bu fark ediş, bu yöneliş, hayatla da buluşmalı. Hayattaki bütün faaliyet ve muamelatta bu anlayış yaşanmalı, yaşatılmalı.
Allah’ı anmak, O’nu fark etmek, O’nu zikretmek seccadeye has değil. Namazın çekirdeği olan tesbih, tehlil ve hamd” her yerde dilimize pelesenk, hayatımıza enerji membaı olmalı.
Burası tamam. Ancak, Allah’ın bizden beklediği bundan ibaret değil.
O (cc), nasıl ki her yerde hazır, her şeye nazır; O (cc), her yerde var ve her şeyden haberdar; biliyor ve görüyor. Biz de O’nu (cc) fark edip, her an “kul” olma bilinciyle, imanıyla, Allah’ın emir ve yasaklarını mütemadiyen hatırımızda tutmalıyız.
Yoksa, dilde tespih, kalpte dünya! Bundan kime ne fayda?
Dünyadaki vazifemiz, sadece namazdan ibaret değil. Evet, “İmandan sonra en yüksek hakikat, namazdır.” Ama, namazdan sonraki hayatımızda da Allah’ı fikren ve fiilen zikretmeli; her hâl de, her harekette, O’nu hatırlayıp, O’nun rızasına uygun bir biçimde hayatımıza yön vermeliyiz.
Yani farkındalık bilincini daima işler hâlde tutmalı, hayata, hayat katmalıyız.
Haksızlık; arsızlık, hırsızlık, ursuzluk yapma niyetindeyken bir insan, iman sahne alır, O’nu (cc) hatırlarsa eller yana dökülür, fenalığa bulaşmaz. Rüşvet alıp vermenin, “devletin malı deniz” anlayışıyla mirî malını zimmetine geçirmenin ya da birilerine peşkeş çekmenin haram olduğunu düşünen ve bu hakikati fark eden kimse, hiç kabahat işler mi?
Dahası:
“Müslümanım” diyen Müslüman, bırak zina etmeyi, namahreme kem gözle de bakamaz; toplumum düzenini, el âlemin güzelini sıkıntıya sokamaz. Çünkü bu, abd olmanın peymanı.
Sattığı mallarda hile, huda olamaz; doğru tartar, doğru satar.
Allah’ın (cc) gözetimi altında oluşunun farkında ve itikadında olan kişi, kendi menfaati için başkasının menfaatini haleldar edemez; kimseyi peşinde koşturmaz, kimseye angarya çektiremez.
Çünkü, kul hakkı olduğunu bilir!
Kalbinde zerre kadar imanı bulunan bir kimse, kimsenin göremeyeceği bir yerde bile olsa, Allah’ın gördüğünü, meleklerin de buna şahit olduğunu; İlâhî levhalara silinmemek üzere kaydedildiğini bilir.
Bilir de…
Bile bile kabahate dalanın, dünya-ukba, akıbeti hayr olur mu bilinmez!