"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlı aile yapısından bugüne değişim

Ayşe NUR
24 Ekim 2021, Pazar
Bu zamana has değil aslında... İnsanlık tarihinin her aşamasında vardı, aile mefhumunu tarumar eden haram ve fücur. Geçmişten günümüze değişen ise, her gün “reality show”larla kötülüğün, yozluğun, sadâkatsizliğin sıradanlaştırılması ve artan nüfusla beraber seyyiatın çoğalıp, kitle iletişim araçlarıyla en ücra yerlere kadar yaygınlaşmasıdır.

Çözüm, Üstad Bediüzzaman’ın o muhteşem tesbitiyle “Sâni’in azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır” sözünde saklıydı.

Emre uymak, yasağı çiğnememek ancak bu sayede olacaktı... Bu azametin insan zihninde oluşmasının tek çaresi: İman hükümlerinin delil ve bürhanlarla akıl ve kalpte, taklidîden tahkikiye dönüşmesiydi. Yoksa çözüm adına yapılan her şey; temeli çürük köhne bir binayı boyamakla şeklen iyileştireceğini zannetmekten öte gitmeyecekti.

Osmanlı aile yapısında mahalle, sosyal bir topluluk olarak önemli bir otokontrol mekanizmasıdır. Mahalleler birbirini tanıyan ve birbirine kefil olan, aralarında suç işleyen veya vergi vermeyenleri tesbitle dayanışma gösteren sosyal gruplardı. Mahallenin idarecisi imamlardı ve bizzat padişah beratıyla tayin edilirdi.

Aynı mahallede hamal evi, paşa konağı yan yanadır ve “komşusu açken tok yatmama”ya dikkat edilirdi. İlk kez Şerif Mardin dillendirmişti “Mahalle baskısı”nı. Müslüman toplumlarda sosyal dokunun değişimine dikkat çeker. Birbirine bakma-gözle kontrol aslında herkeste varolan, her seviyedeki insanın şe’niydi. Mahalle adâbında bu bakış ve kontrol; iyi, güzel, doğrunun İslâmî bir düşünce tarzıyla tebliğ edilmesiydi.

Mardin; Osmanlı mahallesinin camisi, imamı, tekkeleri ve esnafıyla kompleks bir bütün olduğunu ve zaman içinde ince fikirli, sofistike ulemâ sınıfının kaybolup, yerine son yüzyılda İslâmı bildiğini, tebliğ ettiğini sanan ham sofuların varlığıyla oluşan mahalle baskısı kavramını inceler.

Günümüz aile-toplum yapısının ifsad sebeplerini; referansını İslâmın iyi ve güzelinden alan mahalle dokusunun birbirine hem destek, hem ikaz, hem yardım mekanizmalarının deforme olmasında da bulmak mümkün.

Farklı şehirlerin şer’iyye sicillerinde Osmanlı dönemi mahallede asayişi, gayriahlâkî ilişki ve yaşantısı ile mahallenin dokusunu bozan şahıslar; ya ittifakla dürüst eşhasın şahitlikleri veya cürm-ü meşhud ile tesbit edilerek sürgün, mücazata çarptırılırdı.

Ve “yuvayı yapan dişi kuş” olunca, aile mefhumunun içinde kadının yerinin özeli, önemi daha iyi anlaşılır. Osmanlı Şer’iyye defterlerinde veli onayı ile vekâleten nikâhla beraber misal; babasının vekâletiyle verilen kızın mahkemeye başvurarak nişan akdinini bozduğu da görülür. Ve sanılanın aksine taaddud-u zevcat; birden çok kadınla evlilik yaygın değildi.

İslâmda tek eşlilik tavsiye edilip, ancak belli şart ve sınırlamalarla izin verilmesini Kınalızade Ali Efendi’nin “Şer’an da terkinin sevab olduğu” fetvası pratikte gösterir. İlk dönem tereke defterlerinde bu oran % 5-12 arasındadır. Kadının da kendi mal ve sermayesinde istediği gibi meşrû tasarruf hakkını, Ebussuud Efendi’nin fetvalarında görmek mümkün. Osmanlı aile yapısında çocuk sayısı ortalama 2-3’tür. Savaşlar, kıtlık, salgın hastalıklar, doğum ve sonrası ölümler çocuk sayısını ve nüfusu menfi etkiler.

Yine sicillerdeki kayıtlar boşanma, mihr, nafakaya dair bilgiler ihtiva eder; Nikâh esnasında kadın boşanma hakkı isteyebiliyor.

“Allah’ın en sevmediği helâl” olarak bilinen boşanmanın heva için olmasının yasaklanmasına, şartların zorlaştırılmasına, geri dönüş yollarının açık bırakılmasına Osmanlı hukuk sisteminde de rastlanır.

“İmam nikâhı”nın istismar edilmemesi için tedbirler alınmış, Kanunî devri nikâh şartlarına kadıdan izin almak gibi örfî uygulamalarla veli izni olmaksızın evlenmeleri, boşanma sonrası mihr veya farklı hak kayıplarını önleme adına sicil kayıtlarına önem verilmiş.

Osmanlı kadını gerektiğinde sosyal hayatın içindedir. 16. y.y. Bursa’da dokuma tezgâhları işletmelerin yaklaşık yarısı kadınlardadır. Vakıf kredileriyle ticarî hayatta söz sahibi olup; mirî malı olan arazileri iltizam yoluyla alıp yatırım yaparlar. Bütün bu faaliyetler şer’i sınırlar içinde, güvenlik ve haysiyetlerine zarar gelmeyecek tedbirler alınır.

“Tâ hevesat-ı rezilenin ayağı altında o şefkat madenleri zillet çekmesinler, alet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir meta hükmüne geçmesinler...” ikâzıyla okuduğumuzda, bugünün dünyasındaki kadının sosyal hayatın içinde kuralsız bir sınırsızlıkla eziyet görmesi ve akabinde aile mefhumunun yaralanması adına zaman içindeki değişimi de gösterir.

Zaman geçiyor... Entropi yasasına göre her şey düzenden düzensizliğe, hayattan ölüme doğru gidiyor. Aile mefhumu, beşerî ilişkiler, akrabalık, dostluklarla sosyal dokunun da zamanın sonuna doğru (ahirzaman) bozulmaya gitmesi bu açıdan dikkat çekiyor.

“Her şey helâk olup gidicidir” âyetinin bir vechi belki, bütün bu yaşananlar, bozulmalar...

“O’na bakan yüzü” ile tabir edilen, ekilenin biçilecek olduğu ahiret âlemlerinin tarlası olması gerçeği de, her hareketin İlâhî ve Sermedî münezzeh bir gözlem ve mukaddes bir kontrol altında olmasında saklı.

İman hem nur, hem kuvvet değil miydi? Aile hayatıyla beraber dünya ve ukbayı aydınlatan...

Mezkûr bozulmalardan korunmanın yegâne çaresi, bir gün istinafı olmayan ve Hâkimin kendisinin şahit olduğu büyük bir mahkemede, kaydedilmiş her fiil ve sözden hesaba çekilecek olmaya tahkikî imanla; Sani’i azametini zihne sabitlemek!

Başka çıkış da yok zaten...

Okunma Sayısı: 1641
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ayşe Nur

    24.10.2021 16:41:44

    Neslinur kardeşim, sizin de emeğinize sağlık okumuş, yorumlamışsınız. Buradaki yazılarımızda amacım tarihi vakaları, düzeni, sistemi, geçmiş zamanın izlerini okuyucuya aktarırken sırf kronolojik ansiklopedik bilgi vermek değil; mezkur konuları Kur’an hakikatleri ve Risale-i Nur perspektifiyle yorumlayıp aktarmak. Hâl böyle olunca, konunun birbiriyle bağlantılı farklı yönleri ve Risalei nur’a bakan vechini kısıtlı bir kelime sayısı ve dar bir alanda mezc etmeye çalışıyorum. Bu yüzden şumûllu bilgiler size bölük pörçük gelmiş olabilir. Dilbigisinde miş’li geçmiş zaman genel olarak masal ve hikâyelerde anlatılır. Yaşanmış, varlığı kesinleşmiş vakalarda geniş zaman ve/veya di’li geçmiş zaman kullanımında bir beis yoktur. Selâm ile...

  • Neslinur

    24.10.2021 09:26:47

    Ayşenur kardeşim emeğinize sağlık. Lâkin konu başlığınızla yazı içeriğiniz bölük pörçük olmuş. Ayrıca yüklemlerde di li, geniş ve miş li geçmiş zaman eklerini kullanmışsınız. Sadece miş li veya di li geçmiş zaman ekleri olsa daha güzel olur muydu?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı