"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kaçın YGS, LYS geliyor!

Çetin KASKA
08 Mayıs 2011, Pazar
Hani insan yaşarken değil de, üzerinden biraz zaman geçtikten sonra geriye doğru baktığında, aslında kendi hayatı ile ilgili daha iyi yorum yapabiliyor. Aha bu Üniversite Sınavı da öyle bir şey. Düşünüyorum da bundan 5 sene önceki halimi. Dil öğrencisiydim ve edebiyat okumak istiyordum.
 Ama sorsanız o gün bana; ’’Oğlum edebiyatçı ne yapar’’ diye, muhtemelen karanlıkta araba farı görmüş tavşan gibi bakardım suratınıza. Bilmiyordum çünkü. Etrafımda da kimse bilmiyordu, ama İngilizce anlıyor, coğrafya, Türkçe vız gelip tırıs gidiyordu. Dolayısıyla ya edebiyatçı olmalıydım, ya öğretmen ya da rehber. Ama hademelik dışında hiçbiriyle en ufak alâkam yoktu o günün şartlarında.  
Amcam devlet memuru idi. İlkokulda okul çıkışı 5’e kadar amcamın yanında dururdum genelde. Bütün gün masanın başında durup, telefon görüşmeleri yapan, kâğıtlara imza atan, çay içip muhabbet eden sıradan bir devlet memuru idi. Ben amcamın bu halinden etkilenmiş olacağım ki küçüklüğümden beri hiçbir zaman kendimi masa başında çalışan bir insan olarak tasvir edemedim. Bana sıkıcı geliyordu, o az gelişmiş lise beynimle gördüğüm böyle bir iş hayatı. Muhtemelen ben birine demişim vakti zamanında “Ben masada oturmayacağım” diye. O da bana “Sen edebiyatçı mı olmak istiyorsun?” demiş, ben de “heee evet” demişim. İşte öyle bir sabun köpüğü üzerine başladı bu üniversite sınavı macerası benim için. Bir deli kuyuya taş attı ve kimse çıkartamadı. Ben edebiyatçı olmalıydım, çünkü masa başı işi sevmiyordum. Her şey bu kadar basitti ve dört yıllık lise hayatım boyunca herkese bu cümleyi söyledim, kimse de bu durumu garipsemedi işte.  
Edebiyatçı olacağız dedik ya, ondan sonra sorular bitmedi. “Hangi okulda okumak istiyorsun peki?” dediler bu sefer de. “Bilmem ki?” dedim, hangi okulda okumalıydım acaba? Yine muhtemelen vakti zamanında biri bana demiş ki: “Edebiyatçı olmak istiyorsan İÜ, Yıldız, Boğaziçi” dedim bu okullar nerede ki?    
Ben her zaman İstanbul’dan korkan bir kişilik idim. Van gibi nispeten ufak bir şehirde büyümüş olmanın verdiği rahatlıktan ötürü, İstanbul o dönemlerde beni çok korkuturdu. Biz otobüse para verirdik, onlar akbil basardı, bizde akşam herkes evde oturur, onlar sokağa çıkardı, biz azdık, onlar kalabalıktı. Korkardım yani İstanbul’dan ve İstanbul’da bir başıma kalmaktan. Neyse böylece seçimimizi yaptık, “Eyi bari İstanbul Üniversitesi olsun” dedik. Evet, bundan sonra soranlara, “Edebiyatçı olacağım ben, İÜ’de okuyacağım ben” diyordum. Yine her şey çok hızlı gelişmişti. Ben İÜ’den ve edebiyattan habersiz o deneme sınavı senin, bu deneme sınavı benim koşturur olmuştum.  
Günler birbirini kovaladı, sınavı yaptık, sonuçlar açıklandı, sıra geldi tercihlere. Yaptığım tercihlere bugün bile hayretler içerisinde bakıyorum. Birinci sıraya İÜ’de İngiliz edebiyatı yazmıştım. Sırf İngilizcem kuvvetli diye. Bak, bak, mantığa bak. İkinci sıraya İstanbul Üniversitesi Amerikan kültürünü yazdım, sırf edebiyatçı olacam diye. Ama hâlâ edebiyatçı ne yapar, hele hele Amerikan kültürünü bitiren ne yapar diye bir nane bilmiyordum. Ondan sonra sıraladım işte Fars dili, Arap dili cart curt. Ama hepsi İÜ haa, yoldan dönmek yok. Ondan sonra da açıkta kalmayalım diye, Yüzüncü Yıl İngiliz Edebiyatı, Nevşehir Rehberlik ile de noktaladık. Neyse sonuçlar açıklandı İÜ’de Fars dili ve edebiyatına girmişiz, aldık bavulumuzu gittik okula. 
Şimdi bunları niye yazdım diyecek olursanız işin asıl kilit noktası bu paragraftır. Bu Üniversite Sınavı denen şey öyle lânet bir şey ki hayatınızın tamamını değiştiriyor, böyle başka bir olay yok insanın hayatında. Üniversiteye girecem diye hayatını bu sınava hazırlanmakla geçiren gençler nerdeyse makineleştiriliyorlar. Sınavda bilmem ne kadar soru yapanlar ‘’Siz geçin mühendis olun, şu kadar yapanlar da hukuk okusun, bu kadar yapanınızda tıp’’.
Bu sınav sistemi gençleri isteklerine göre değil puanlarına göre tercih yapmaya zorluyor. “Aman şu kadar puan aldım şimdi Tıp dururken Arkeoloji yazmayım, puanıma yazık olmasın” gibi şartlanmalar yüzünden hayatının geri kalanını yapmak istemediği bir işi yapmak zorunda kalacak monoton bireyler çoğalıyor.
Çoğu genç meslekleri tanımadan, kendisini hangisinin mutlu edeceğinin düşünemeden, aldığı puanlar doğrultusunda seçim yapmak zorunda bırakılıyor. O yüzden üniversiteler hayal kırıklıkları yaşayan binlerce mutsuz gençle dolu. Sağlıksız ümitsiz gelecekler yetiştiriliyor. Ayrıca hazırlananların hayatına etkileri göz ardı edilemeyecek derecede. Bunlardan bazısı;—Ders çalışmayınca suçlu hissetmek—Gece on ikide uyanıp, aklına derslerin gelmesi ve beş soru çözüp uyumak -Yanında her zaman test kitabı taşıma ihtiyacı duymak -Ailenin çalışıp, didinip kazandığı onca parayı dershanelere yatırmak -Dershanede düşük puan yapınca sinirlenmek/ağlamaklı olmak/ kafayı yiyip test kitabına abanmak -Beş gün banyo yapmadan gezmek -Kahve bağımlısı olmak -10-20 kiloya kadar vücut ağırlığının artması -El titremesi, göz seğirmesi -asosyallik; gelen mesajlara maillere cevap vermeme, telefonu iki ay açmama, beş ay dışarı hiç çıkmama…
Okunma Sayısı: 1285
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı