Evden kurtulmanın ve kaçmanın en iyi yolu, tabiî ki de tek yolu üniversite sınavını kazanmaktı. Tercihlerimin hepsini şehir dışındaki bir üniversite için kullanmalıydım yoksa nasıl evden kurtulacaktım? Ailecek matematiğe zekâmız basmadığından kazanacağımı düşünmüyorlardı. Aslında haklıydılar her girdiğim matematik, fizik ve kimya sınavlarında 25’ten fazla almazdım. O da hocanın bana kıyağıydı. Onu bile hak etmiyordum. Şimdi büyüdüğüm için (babamın tabiriyle eşek kadar) rahatlıkla o yıllarda aklımın az çalıştığını söyleyebilirim.
Lisedeyken bütün sınavlara girmeme rağmen bir yeri kazanamamıştım. Babam verdiği paralara söylenip duruyordu. Annem her ne kadar, “Bizim çocuk zekidir, sınavlarda heyecanlanıyor veya nazar değmiştir. Efendidir, yaramazlık yapmaz” deyip beni konu komşuya karşı savunsa da aslında kafam hiçbir şeye basmıyordu. Hem bazen kendi aralarında sessizce “Bu çocuk kime çekti böyle? Tembel, teneke oldu” dediklerini duyuyordum. Bir keresinde ben yatakta uyur gibi yaparken babamın anneme şöyle dediğini duydum: “Hanım hatanın çoğu bizde, biz bu çocuğu peynirle besledik ondan başarılı olamıyor. Günde 1 kilo otlu peynir yerse nasıl kafası basar?” Evet, anneme söylediği bu serzenişe şahit oldum.
Aslında sorun otta veya peynirde değildi. Sorun yanlış yönlendirme vak’asıydı. Yoksa peynirde suç bulmak mantıksızdı. Ortaokuldan sonra bütün arkadaşlarım gibi beni de imam hatibe gönderselerdi belki şu anda karşınızda bir imam duruyordu, ama bütün itirazlarıma rağmen beni tutup süper liseye gönderdiler. İsmi süperdi, ama vasıfsız, kalitesiz bir okuldu. Bu yanlış yönlendirme benim “kafa basmama” mevzusuyla birleşince ortaya vasıfsız bir eleman ortaya çıkıyordu. Eğer üniversiteyi kazanamasam bir defa daha dershaneye gönderecekler ve onda da kazanamadığım takdirde; kasabın ya da manavın yanında amelelik beni bekliyor olacaktı.
Tavan arasına atılmış eski eşyalar gibi evde duramazdım, çünkü evde “ben” demek binlerce ekmek ve kilolarca peynir demekti.
Bir ömür boyunca aileyle yaşamak artık bana çok sıkıcı geliyordu. Şehir dışındaki bir üniversiteyi kazanıp gidecektim kimse kazanacağıma inanmazsa inanmasın… Ben her gün minderde uyuya kalan babam ve annem gibi olmak istemiyordum… Her gece güzel hayaller kuruyordum: “İlk yıl yurtta kalır sonra arkadaşlarla ev tutar, sabaha kadar sokaklarda gezerim.” Sadece bunları hayal ediyordum. Bu bile ne kadar kafamın basmadığına işarettir.
Köydeki herkesi şaşırtacak derecede derslere asıldım. Arkadaşlar bir çalışırken ben üç çalışıyordum. Önüme ot bırakıldığı zamanlar bile oldu. Sırf minderde uyuyan anne ve babama benzememek için çalışıyordum… O kadar çalışmışım ki İstanbul’daki bir üniversiteyi tutturdum. Artık bayram ediyordum. Üniversite başlayınca İstanbul’a teşrif ettim ve yurda yerleştim. Yurtta “ya sağcı, ya da solcu olacaksın” dediler. Ben hangisini seçtiysem diğerinden dayak yedim. Nötr olmaya çalıştım bu defa iki grup birden üzerime geldi.
Neyse 3 ay o izbe yurtta kaldıktan sonra isyan bayrağını açıp bir arkadaşımla eve çıktım. Gece sokakları gezdik. Midye, kokoreç, ciğer, pilav ve çiğköfte yedik. Ama belli bir süre sonra beş parasız, rutubetli ve tek odalı evde yaşamanın dayanılmaz acısını yaşadık. Ben ve arkadaşım farklı tür olmaya doğru gidiyorduk. Tek gözlü odada bol bol kitap okuyorduk. Evimiz “çöp ev” olma ünvanını çoktan almıştı. Tam bir yıl öylece çöpün içinde ilimle meşgul olduk. Evimizde dünyada bulunmayan canlılar türemeye başladı. Odamızın hali ile köydeki odamın hali arasında tonla fark vardı. Yerde mont, kazak, pantolon, çanta ve cips poşeti gibi şeyler bulunuyordu; ama köydeki odamda toz bile yoktu. Neyse mevzu da bu değildi. Kendi hayat formumu odamda kurdum. Buradan dışarı çıkmıyordum. Belli bir süre sonra bunaldım tek odada yaşamaktan, artık evde kalamayacağıma kanaat getirip ayrılmaya karar verdim.
“Sınavlar bitti” bahanesiyle eve gittim. Her zamankinden farklı karşılandım. Neredeyse bütün köy beni karşılamak için geldi. Öptüğüm elleri ve kaç kişinin beni öptüğünü sayamadım. Farklı bir atmosfer vardı. “Ahh Çetin neden bu güzelim ortamdan ayrıldın. Şehir dışındaki üniversite senin neyine” dedim. Tam bir hafta boyunca çöplerin olmadığı güzelim evde kaldım, ama bir hafta önünde sonunda bitti ve ben o izbe eve tekrar döndüm. Kendimi tutmayarak ”batsın amfisi, üniversitesi” falan dedim. Annemin patatesli böreğini düşünerek yattım. Kalktığımda sınav çoktan bitmişti ve ben her zamanki gibi sınavı kaçırmış, ‘büt’te kalmıştım…