Dış politikada Ankara’nın basireti âdeta körleşmiş, çözüm bekleyen problemler kördüğüm. Ferasetsiz politikalarla hemen hemen her meselede olup bitenleri doğru okuyamıyor, çuvallıyor.
Türkiye, krizlerin biri bitmeden yenisi patlatılan krizlerle kamuoyu yanıltılıyor. Dış politika, bir iç siyasette seçim ve oy devşirme malzemesi haline getirilmesiyle bütün sorunlar sarpa sarıyor.
Ve yeni krizler ve çıkmazlar üst üste yığdırılırken, iç politikada istimal edilen öngörüsüz dış politikanın ağır bedelini bütün millet ödüyor.
Daha hafta başına kadar Ankara’nın Kuzey Irak “tefrika referandumu” emr-i vakisine karşı en üst perdeden çıkışlarla bölgenin “birinci meselesi” ve “kırmızı çizgisi” sayıp ekonomik ve hatta askerî müdahale “yaptırımları”nın koşulacağı söylenen kriz unutuluyor, örtbas ediliyor.
Aslında ABD’nin vatandaşlara “vize yasağı” krizini Amerikan Dışişleri Bakanı Tillerson’un daha önce ilettiği, konunun daha 20 gün önce Amerika ziyaretinde “Tarihinde hiç olmadığı kadar Türkiye ile yakınız” diyen Trump’la Erdoğan’ın “dostum” diyerek karşılıklı övgüler ve iltifatlar yağdırdığı görüşmede gündeme geldiği belirtiliyor.
Ne var ki, adım adım gelen krize karşı etkili tedbirlerle ön almayan Ankara, düşülen vartada yine tribünlere yönelik “hamaset söylemleri”yle, neticesiz restlerle, krizi derinleştiren “misillemeler”le kamuoyu oyalıyor. Adeta “Bakın Amerika’ya nasıl da meydan okuduk!” havası pompalanıyor…
TÜRKİYE, TONGAYA DÜŞÜRÜLÜYOR
Görünen o ki, kişiselleştirilen dış politikanın Ankara’yı içine sürüklediği şu karmaşada çelişkili saptırmalarla şaşırtmalar devam ediyor.
Şu dağınıklığa bakın; Başbakan, “Telâşa gerek yok, kanallar açık” diye “iyimser mesajlar” verirken, tam da krizin ortasında Amerika’ya giden Başbakan Yardımcısı Şimşek, Washington’da “Kriz bir saniye bile devam etmemeli. Vize konusu fazla abartıldı. Kısa sürede çözeceğimiz konusunda iyimserim. Hükümetimiz ABD ile ilişkimizi genişletip derinleştirip ilerletme hedefine bağlıdır” diye konuşurken, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’la daha krizin patlak verdiği ilk saatlerde görüşmek için yolladığı mesajdan üç gün sonra ancak görüşebilen Dışişleri Bakanı, bazı sorunlar dolayısıyla vatandaşların mağdur edilmesinin doğru bir yöntem olmadığını belirterek “ABD’nin uyguladığı vize işlemlerini askıya alma kararının sona erdirilmesi mesajını verdi” haberini verirken, Cumhurbaşkanı, “Büyükelçi bunu kendi kafasından çıkarmışa, Amerikan yönetiminin bu büyükelçiyi bir dakika tutmaması lâzım. Eğer Amerikan Büyükelçisinin tek başına bir kararı değilse, ABD ile konuşulacak bir şey yok!” diye baştan kesip atıyor.
Demek, kimse Cumhurbaşkanı’na bir büyükelçinin tek başına bir kararı olmayacağını izah etmemiş; ki ABD Dışişleri sözcüsünün açıklamasıyla, Türkiye’ye vize kararının Beyaz Saray, Dışişleri ve Ulusal Güvenlik’le birlikte alındığını bildirmesi üzerine Türkiye tam tongaya düşürülüyor.
“HAMASİ SLOGANLAR”LA DEĞİL, AKL-I SELİMLE…
Vakıa şu ki, Başbakan Yıldırım’ın “düşmanlarımızı azaltacağız, dostlarımızı çoğaltacağız” sözüne karşı, son dönemde Ankara’nın ufuksuz politikalarıyla Türkiye’nin dostları azalıp, düşmanları artmaya devam etti, ediyor.
Türkiye’nin yanlış politikalarla Kuzey Irak’tan Suriye’ye askerî müdahaleyle Müslüman komşularına karşı savaşın eşiğine geldiği, Almanya’dan Belçika’ya, Hollanda’dan Danimarka’ya Suudi Arabistan’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne süren problemlere bir de Amerika ile zarardan başka hiçbir faydası olmayan “vize kavgası” eklendi, ekleniyor.
Cumhurbaşkanı, “Amerika’ya ihtiyacımız yok!” diyor, ama vatandaşları bir nevi cezâlandırıp fevkalâde sıkıntıya sokan, Amerika’ya gitmek durumunda kalan binlerce öğrenciyi, akademisyeni, hastayı, iş adamını yakından ilgilendiren “vize yasağı”nın yeni bir ambargo olduğu ortada.
Ankara’nın uluslar arası alanda etkili olması için öncelikle iç barışı sağlaması, bütün bu krizlere sebebiyet veren, Dışişlerini, diplomasiyi devre dışı bırakan günübirlik, sığ, tehevvürlü, içe dönük siyasî rant hesâplı akıbetsiz politikaları terk etmesi, demokrasi, hukuk ve insan haklarını öncelemesi gerekiyor.
Zira deneyimli diplomatların tesbitiyle, sırf seçmenine “Bak nasıl falân devletin başkanına diklendi, bağırdı, çağırdı!” dedirtmek uğruna yapılan “hamasi sloganlar” Türkiye’yi daha da zora sokar, telâfisi imkânsız badirelere sürükler.
Ve diplomasi masada kazanılır; kapalı kapılar arkasında iki düzeyde diplomatik temaslarla yapılır. “az konuşup çok iş yaparak”, diyalogla, akl-ı selimle netice alınır…