Bırakın yargı gerçek anlamda kendi işlevini görsün. Ebu Hanife’nin, Ebu Yusuf’a vasiyetini şöyle bir gözümüzün önüne getirelim. Ve devlet organlarıyla olan ilişkilerimizde buna dikkat edelim. Hepimize yargının, adâlet kavramının lazım olacağı günü unutmayalım. Evet, “ayarını bozduğunuz kantar, gün gelir sizi tartar…”
Kur’an-ı Kerim, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (Birinin hatasıyla başkası suçlanamaz” buyuruluyor. (En’âm Sûresi 164, İsrâ Sûresi 15, Fâtır Sûresi 18; Zümer Sûresi 7. ayetleri) Peygamberimiz Veda Hutbesi’nde “Babasının suçundan dolayı oğlunu, oğlunun suçundan dolayı babasını yargılayamazsınız” diye ikaz ediyor.
BAŞKENT SOHBETLERİ-2: CEVHER İLHAN - MEHMET KARA - MUHAMMET ÖRTLEK
***
DEVA Partisi sözcüsü ve Seçim İşleri Başkanı Av. İdris Şahin ile görüştük
YARGI ELİYLE SİYASETİN DİZAYNINA KARŞIYIZ
Parti olarak siyasi partilerin kapatılmasına karşıyız, kapatma kararını ancak milletin vereceğine inanıyoruz. Siyasi partiler, mahkeme kararlarıyla kapatılamaz. Onların meşruiyetinin kaynağı halkın iradesidir. Onları cezalandıracak olan da hiç şüphesiz yine halktır. Ama siyasi partilerde münferit olaylara karışmış, suça bulaşmış kişiler varsa elbette ki onları yargılamak, cezalandırmak yargının işidir. Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan davasının iki sonuç odağı vardır. Birisi “partiyi kapatma”, diğeri “Hazine yardımını kesme.” Ancak davanın sonucuna dair bir kararı, ara kararla veriyorsanız “ihsas-ı reyde bulunuyorsunuz” demektir. Anayasa Mahkemesi açıkça bir kural ihlâlinde bulunuyor. Oysa bu kararı verebilmek için Anayasa 149. maddesi çerçevesinde nitelikli çoğunlukla oy nisabı şart. Toplantıya katılan on beş üyeden onunun “tedbir kararı”na imzası olması gerekir. Kaldı ki 7’ye 8’le verilmiş bu kararda oy nisabına da uyulmamıştır.
Burada üzülerek ifade ediyoruz ki yargı araçsallaştırılarak siyaset dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Prensip olarak parti kapatmalara karşı olduğumuz gibi yargı eliyle siyasetin dizayn edilmesine de karşıyız. Elbette ki bu söylemlerim tamamen bizi bağlar. Ancak burada açıkça bir kanunsuzluk, bir hukuksuzluk var ve bir kesim seçimlere giderken mağdur edilmektedir. Ne yaparlarsa yapsınlar millet bunun alternatifini ve çözümünü bulur ve bu iktidarı cezalandıracağı günü de iple çekiyor.
MECLİS’TE NİTELİKLİ ÇOĞUNLUK İÇİN “SEÇİM İTTİFAKI”
Parlamenter sisteme geçiş”te Meclis’te nitelikli çoğunluğun sağlanması için “altı parti”nin “seçim ittifakı” nasıl olacak? Yapılan simülasyonlarda partiler - listelerle ilgili hangi alternatifler ortaya çıkıyor?
Aslında 30 Ocak’ta gerçekleştirecek tanıtım, “altılı masa”nın ittifaka dönüştüğünün kamuoyuna ilânı olacak. 26 Ocak’ta “geçiş sürecinin yol haritası” imzalandıktan ve “ortak mutâbakat metni” kamuoyuyla paylaşıldıktan sonra artık ittifak hayata geçecek.

Kanun, seçim yasası ve siyasi partiler yasasında partilerin en az 41 ilde kendi listelerinden girmeyi yeterli sayıyor. Geri kalan iller, seçim bölgeleri için “altılı masa” bir komisyon oluşturdu. Yani bunun tercihini artık oluşturulan komisyon yapacak. İlk defa seçime giren DEVA Partisi’nin Seçim İşleri Başkanı olarak arzumuz otuz büyük şehrin tamamında kendi ismiyle, amblemiyle seçimlere girmek, olması gereken de budur. Oluşturulan ortak komisyon, her siyasi partinin kendi listesinden gireceği 41 ilin dışında hangi seçim bölgesinde, hangi ilde ortaklaşa listeden girilmesiyle Meclis’e daha fazla milletvekili getirmenin çalışması yapılıyor. Önümüzdeki süreçte bunu da ilân edecek.
Mâlum oyun devam ederken, iktidar ortakları oyunun kurallarını, seçim kanununu değiştirdiler. Ve hakem oyuna müdahale etti. Hakemin oyuna müdahale ettiği şartlara karşı “altını masa”da çalışmalar yapılıyor. Elbette il bazlı değerlendirmeler yapılacak. Gerekirse bir ilde altı siyasi parti bir listeden girecek, bir listeyi destekleyecek. Maksat, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş için Anayasa’da belirlenen 360 sayısını oluşturabilecek parlamento çoğunluğunu elde edebilmek. Yoksa “altılı masa”daki hiçbir partinin illa ki parlamentoya üç beş milletvekili partisinden fazla girmesi derdi yok. Önemli olan, genel başarıyı elde edebilecek sayıyı elde etmek. Kısacası, “Altılı masa”nın demokratikleşme hedefleri için Cumhurbaşkanı seçiminde 50+1’in aşılması ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e geçmek için de Anayasa değişikliğine yeterli milletvekili sayısının en az 360 milletvekilini bulması gerekiyor.
CIA’NIN SUNDUĞU “TEK KİŞİLİK REJİM’ ÖNERİSİ”
Türkiye dünyada “âdil yargılama”da ve “insan hakları ihlâli”nde -Rusya’dan sonra- en başta yer alıyor. Eski Adalet bakanları yüksek yargı temsilcilerinin ikrarıyla “Anayasanın 138. maddesi ölmüş”, “yargıya güven sıfırlanmış.” Cumhurbaşkanı’nın “AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarını dinlemiyorum’, ‘yargıya tâlimatımızı verdik, gereğini yapacak!” çıkışlarıyla yargının “siyasetin sopası” haline getirilip “siyasallaştırılması”na tesbitleriniz nelerdir?
Cumhuriyet’in kuruluş felsefesinde bazı hususlar çok ince plânlanıp detaylandırılmış. Bu süreçte denge denetleme sistemi kurulmuş. Denge denetleme bu ülke için olmazsa olmaz, zira güven – itimat, kontrole mani değil. Öncelikle bunu görmemiz lazım. Bakınız bir yabancının –CIA’nın Türkiye eski İstasyon Şefi Paul Henze’nin- 2006 yılında Beyaz Saray’a sunduğu bir raporu geçtiğimiz günlerde bana bir yüksek mahkeme başkanı “İdris Bey bundan haberin var mı?” diye ulaştırıldı; okuduğumda gerçekten tüylerim diken diken oldu. Ülke adına nasıl bir süreç işletildiğini gösterdi.

Raporda, “Türkiye’nin bu şekliyle ABD politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar denetim mekânizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclis’i ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşınıza çıkabiliyor. Eğer ABD’nin çıkarı Türkiye’de bir federal devlet kurulması ise, mutlaka öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır…” deniliyor. Bu rapor, “tek kişilik yönetim”in amacını açığa çıkaran bir örnek.
Öyle bir yapı oluşturdular ki, OHAL şartlarında bir A4 kağıdıyla Anayasa değişiklik metnini getirdiler. MHP ve Ak Parti 2017 yılında Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanının yasamayı kontrol altında tutacağı, bir parti genel başkanın, yargıya dilediği gibi talimat verecek şekilde yargı üzerindeki etkinliğini arttıracağı değişiklikleri yaptılar. HSK’da, Anayasa Mahkemesi atamalarıyla yargıya doğrudan bir müdahale sözkonusu. “Bağımsız” ve “tarafsız” olması gereken yargı üzülerek ifade ediyorum ki pek çok siyasi davada maalesef Beştepe’nin gözünün içine bakarak karar veriyor. Bu yüzden tam manasıyla bir yargı bağımsızlığından bahsetmek mümkün değil.
Hedeflediğimiz “güçlendirilmiş parlamenter sistem” mutâbakat metninin ön sözünde şu cümle yazılı: “Avrupa Konseyi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına ve Anayasa’nın 90. maddesinde ifadesini bulan Türkiye’nin imza koyduğu uluslararası sözleşmelere harfiyen uyacak bir hukuk sistemi ve yasama oluşturmak yükümlülüğümüz var.”
Yargıya yapılan müdahalelerin tamamının farkındayız. Demokratik bir hukuk devletinin inşası kolay değil. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı -bir çırpıda gerçekleştiremeyebilir- ancak sadece bir el işaretiyle veya “size artık bundan sonra bizden telefon gelmeyecek, vicdanınızdan, aklınızdan ve mevzuattan emir ve tâlimat alacaksınız” dediğiniz hâkim teminatiyla elbette ki meselenin yüzde 50 - 60’ı çözülür. “Hâkimlerin coğrafi teminatı” gibi bir düzenleme zaten var. Bunda en ufak bir şekilde bir tereddüdümüz yok. Biz Deva Partisi olarak bu konuda son derece şeffafız ve inanıyoruz.
“AYARINI BOZDUĞUNUZ KANTAR, GÜN GELİR SİZİ TARTAR”
Eğer siz, “kadıyı aldığınız gün devletin öldüğüne, bittiğine” inanan bir ecdâdın torunlarıysanız, eğer Fatih Sultan Mehmet Han’ın o sözü kulaklarınızda çınlıyorsa, yargıya müdahale etmeyeceksiniz. Bugün yargının ayarını bozarsanız, yarın bunun gelip sizi tartacağını bilmelisimiz. 1952’de Malatya davasında Yargıtay 1. Ceza Dairesinin başına getirdiği Salim Başol’un 1960 ihtilali sonrasında Yassıada’da demokrasi şehidimiz Adnan Menderes’in idamına hükmetmesi ve “Sizi buraya tıkan irade bunu böyle istiyor!” diyecek kadar cüretkâr olması vakasını unutmayacaksınız…
O nedenle bırakın yargı gerçek anlamda kendi işlevini görsün. Ebu Hanife’nin, Ebu Yusuf’a vasiyetini şöyle bir gözümüzün önüne getirelim. Ve devlet organlarıyla olan ilişkilerimizde buna dikkat edelim. Hepimize yargının, adâlet kavramının lazım olacağı günü unutmayalım. Evet, “ayarını bozduğunuz kantar, gün gelir sizi tartar…”
Bakınız ben Anayasa Komisyonu Başkanvekiliydim; rahmetli Tahir Elçi’ye CNN’de Ahmet Hakan’ın programında söylediği bir sözden dolayı gözaltı kararı verildi. Bir hafta sonra televizyon programında Ahmet Hakan bu hususu bana sordu. Dedim ki “Adliyede yeri yurdu olan bir adama sadece televizyondaki bir programda söylediği sözden dolayı gözaltı kararı çıkartmak çirkinliğin daniskasıdır.”
Zira böyle bir yargı sistemi olmazdı. Ve Ankara’ya döndüğümde o günkü AKP grubunun belki yüzde sekseni bana ‘helâl olsun sana, doğru şeyler söyledin’ demişti. Bugün gelip o lafları söylemiş olsam herhalde AKP grubuna beni sokmazlar. Bu vaziyet, on yıl içinde ne kadar değişim geçirdiğimizi nereden nereye geldiğimizi net olarak ortaya koyuyor.
TÂKİPSİZLİK, BERAAT ALMIŞ, KOVUŞTURMA GEÇİRMEMİŞLER DERHAL İÂDE EDİLECEK
Soruşturma, yargılama ve kararlarda “mâsumiyet karinesi”, suç ve cezanın şahsîliği ve yasaların geriye yürümezliği, uzun tutuklulukların “ceza” olarak kullanılması, savunma ve âdil yargılanma haklarının ihlâl edildiği ortada. 15 - 20 Temmuz “OHAL darbesi” ve KHK’larıyla yüz binlerce vatandaşın haksızlıkla, hukuksuzlukla uğratıldıkları mağduriyetleri yargısız infazlar devam ediyor. OHAL Komisyonu’nun vaziyeti ortada. İde edilenler Anayasa Mahkemesi kararına rağmen iâde edilmiyor. “Altılı işbirilği”nin ve partinizin bu vahim hukuk fâciasını önleme ve hukuk devletini sağlama çalışmalarını özetler misiniz?
Kur’an-ı Kerim, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” (Birinin hatasıyla başkası suçlanamaz” buyuruluyor. (En’âm Sûresi 164, İsrâ Sûresi 15, Fâtır Sûresi 18; Zümer Sûresi 7. ayetleri) Peygamberimiz Veda Hutbesi’nde “Babasının suçundan dolayı oğlunu, oğlunun suçundan dolayı babasını yargılayamazsınız” diye ikaz ediyor.
KHK mağduriyetleriyle alakalı da 140 binin üzerinde dosyanın oluştuğunu biliyoruz. Bunun için öncelikle bir “hukuk eylem plânı” ile “KHK eylem plânı” açıkladık. Her ikisinde de ana hedef olarak evrensel hukuk değerleriyle gerçek hukuk devletinin inşasını istiyoruz.
Türkiye, uluslararası câmianın bir parçası; Avrupa Konseyi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları var. Ve Anayasanın 90. madde çerçevesinde uluslararası sözleşmeleri iç hukukla tahkimle taahhüd etmiş. Büyük bir devlet önce verdiği sözü, attığı imzanın gereğini yerine getirmek durumundadır. Asıl olan, güven tesis etmenin yol ve yöntemi budur.
Şu anda ülkenin temel sıkıntısı şu: İşlendiği zamanın eylemine göre, fiiline göre suç oluşturmayan hadiseleri özellikle Olağanüstü Hal şartlarında uydurdukları bir sistemle geriye yürüterek kendilerince “suç” ve “suçlu” ilan ettiler. Yapabileceğimiz yegâne şey, âdil, eşit, tam manasıyla tarafsız bir yargı organının önünde bu mağduriyetlerin giderilmesini sağlamaktır. Yargı kararı olmadan hüküm olmaz; emânete ihanet etmemek, adâletle hükmetmek gerekir. “KHK eylem plânı”nda diyoruz ki “tâkipsizlik almış, beraat etmiş, hakkında hiçbir kovuşturma işlemi geçirmemiş kamudan el çektirmiş olanları derhal işine iâde edeceğiz. Âdil yargılanmadığını düşündüklerinize dair de yargıyı tarafsız ve bağımsız kıldıktan sonraki süreç içerisinde yargılamanın yenilenmesi yolunu onlara açılacak. Bunu çok net olarak ifade ediyoruz. Çok kapsamlı bir çalışma metniyle ceza yargılamalarındaki haksızlıkları gidereceğiz. Bunu çok açık bir şekilde kamuoyunun takdirine sunuyoruz.
Ayrıca “âdil yargı eylem plânı”nda da özellikle bahsettiğimiz hususların başında hukuk eğitiminden başlamak kaydıyla pek çok alanda değişiklikler yapılıyor. Anayasa Mahkemesi’nin yapısının güçlendirilmesinden Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun yapısına, Yargıtay’a üye seçiminden avukatları-savunmayı nasıl güçlendirmeye kadar pek çok alanda tüm kapsamlarıyla kalıcı bir hukuk tesis etmek; adâletten, eşitlikten ayrılmadan herkesin kucaklayabilecek bir yapıyla bir yargı sistemi inşa etmek “eylem plânları”mızda var. Hangi sistem olursa olsun insan haklarına saygılı, temel hak ve özgürlükleri benimsemiş, kuvvetler ayrılığına inanmış, hukukun üstünlüğünü de içselleştirmiş bir yönetim anlayışı sürdürülebilir bir kalkınmayla gerçekleşirse işte o sistem bu ülkeyi uçurur. “Altılı Masa”daki siyasi yapı da bu çerçevede. Orada Demokrat Parti var; “Yeter söz milletindir” diyenler var. Bugün demokrasiyi, sosyal adâleti, özgürlüğü savunanlar “altılı masa” etrafında kenetlenmiş. Ortak mutabakat metninde de zaten bunların genel esasları var. Kimsenin hiçbir kaygısı olmasın. Hukuk ve yargı adına vatandaşlarımızın endişesi olmasın.
DEVAM EDECEK