İslâm silâh zoru ile yayılmamıştır. Tebliğ ve irşat, nasihat ve ilim yolu ile yayılmıştır. Silâh münkir ve müşriklerin harici tecavüzatını def etmek için devletler tarafından kullanılmıştır
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BEDİÜZZAMAN’A GÖRE CİHAD
1. Günümüzün cihadı manevîdir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “Cihad farz-ı kifaye iken, bu zamanda farz-ı ayn olmuştur. Belki muzaaf bir farz-ı ayn hükmüne geçmiştir. Her bir mü’min ilâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakki etmektir. Zira ecnebiler fünun ve sanayi silâhıyla bizi istibdad-ı manevîleri altında eziyorlar. Biz de cehl, fakr ve ihtilâf-ı efkâra karşı cihad edeceğiz.” der. (Hutbe-i Şamiye, s.151; Divan-ı Harb-i Örfî, s. 64.) Bu ifadeleri ile Bediüzzaman, bu zamanda, özellikle İslâm dünyasındaki cehalet, fakirlik ve bölünmüşlüğe dikkatimizi çekerek her şeyden önce bunlarla cihad etmemiz gerektiğini anlatır. Bu mücadele ve cihad şekline de “manevî cihad” adını verir.
Kur’ân-ı Kerîm bize, “Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekirse öyle cihad edin.” (Hac Sûresi: 78.) emrediyor. Zamanımız silâhla savaşma dönemini geride bırakmıştır. Çünkü bu zamanın insanları medenidir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin tesbiti ile, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir; söz anlamayan vahşilere olduğu gibi icbar ile değildir.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 64.) Bu hükmün ferde ve Müslümanların sosyal hayatına bakan yönüyle cehalete, fakirliğe ve bölünmüşlüğe karşı ilim, fen ve san’at, birlik ve beraberlik, din kardeşliği çerçevesinde eğitim ve irşat görevi olduğu gibi, devletler arası hukukta da demokrasinin ve hürriyetin gereği olan “diplomatik” ikna metotları olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Müslümanlar düşmanlarını mağlûp etmek için silâha değil, ilme ve san’ata sarılmalı, dinin uhuvvet prensibini hayata geçirmeye çalışmalıdır. Sosyal ve siyasî sahadaki devletler arası münasebetlerde de “hürriyet ve demokrasinin” gerekleri yapılarak “diplomasinin” ince ve hassas siyasetini takip etmelidirler.
Asrımız; ilim, fen ve aklın hâkim olduğu; medeniyet neticesinde devletlerin “insan hak ve hürriyetlerine” önem verdiği; “din ve vicdan hürriyetinin” devletlerce kabul edilerek anayasalarına koyduğu ve “hukuk devleti” kavramının esas alınarak uygulamaya çalışıldığı bir dönemdir. Elbette “cihad” kavramı da bu medeni dönemde yerini kendine lâyık en güzel şekliyle alacaktır.
Bütün bunları 1910’lu yıllarda yüz sene öncesinden nazara alarak dikkatimize sunan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, medenilerin “laiklik kavramını” izah etmek için ele aldığı “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi: 256) âyetini şöyle izah ediyor: “Bu âyet 1350 tarihine mana-yı işarî ile parmak basar ve der ki: ‘Gerçi o tarihte dini dünyadan tefrik ile dinde ikrah ve icbara ve mücahede-i diniye ile ve din için silâhla cihada muarız olan hürriyet-i vicdan, hükümetlerde bir kanun-i esasî olur ve bir düstur-u siyasî oluyor. Ve hükümet laik cumhuriyete döner. Fakat ona mukabil, manevî bir cihad-ı dinî, iman-ı tahkiki kılıcıyla olacaktır. Çünkü dindeki rüşd-ü irşad ve hak ve hakikati gözlere gösterecek derecede beyan eden bir nur Kur’ân’dan çıkacak.” (Şuâlar, s. 243.) diyerek Risale-i Nurlar ile Kur’ân’ın manevî mücahedesine dikkatleri çekmektedir.
Dolayısıyla bu zamanda cihad kavramı da şeklini değiştirmiş ve “cihad-ı manevî” adını almıştır. Artık farz olan cihad vazifesi manevî olarak hükmünü icra edecek ve her Müslüman manevî hizmetlere yönelecektir. Bu manevî vazifelerinin başında “iman-ı tahkikiyi Kur’ân’dan ders almak ve asrın muhtaç olan insanlarına “iman dersi” vermek şeklinde olacaktır.
2. Peygamberimizin (ASM)
manevî cihadı:
Bu konuda Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere ne güzel ölçüler vermektedir. “Başkalarının Allah’tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da nâdanlık edip, bilmeyerek Allah’a sövmesinler.” (En’am Sûresi: 108) Burada ince bir diplomasi dersi vardır. Yani, sair dinlere de, başka fikirlere de saygılı olun. Onları dinleyin ki, onlar da size kulak versinler. O zaman hak ve hakikatin cazibedar güzellikleri onları celp ederek İslâmiyet dairesi içine alacak, size de sevap kazandıracaktır, buyuruyor.
Yine, “Ehl-i kitapla en güzel şekilde mücadele edin. Güzellikle, yumuşaklıkla, delil ve ispat yoluyla onlara Yaratıcının vahdaniyetini anlatın. Ancak onlardan zulme sapanlar müstesnadır. Onlara deyin ki: ‘Bize indirilene de, size indirilene de inandık. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir. Biz ancak O’na boyun eğeriz.” (Ankebut Sûresi: 46) “Sen onların kötülüklerini en güzel hasletlerle, şirk ve inkârlarını da en güzel tevhid delilleri ile def et. Onların yakıştırdıklarını biz daha iyi biliriz.” (Mü’minun Sûresi: 96)
Yüce Allah’ın bize güzelce emrederek açıkladığı bu güzel cihad vazifesini yapanların mükâfatının büyüklüğünü de, bakınız nasıl veciz bir şekilde anlatıyor: “İnsanlardan özürsüz olarak yerlerine oturanlarla, mal ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir.” (Nisa Sûresi: 95-96) Bu âyette de mal ile cihad etmeyi; malı Allah yolunda, iman ve Kur’ân hizmetinde harcamayı; canı ile cihad etmenin de, özellikle her Müslümanın her gün bir saatini namaza ayırdığı gibi en az bir kaç dakikasını da Allah’ın dinine hizmet etmek için ayırması gerektiğini anlatmaktadır.
Peygamberimiz (asm) 53 yaşına kadar Mekke’de bulunmuş ve 40 yaşında Kur’ân nazil olmaya başladığı andan itibaren hicret edeceği 53 yaşına kadar 13 sene Mekke’de Kur’ân ile müşriklerle manen mücadele etmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in üçte ikisi, yani yaklaşık 4000 âyeti Mekke’de nazil olmuştur. Ahkâm ve ibadete ait namaz dışında hiçbir emir ve yasak gelmemiştir. Peygamberimizin (asm) buradaki cihadı Kur’ân ile ve “iman hakikatlerini” anlatmak şeklindedir. Peygamberimiz (asm) Kur’ân-ı Kerîm okur ve ondaki iman hakikatlerini izah eder, imanın kalplere ve gönüllere yerleşmesini sağlardı. Nazil olan âyetleri ve sûreleri Sahabelerine yazdırır ve çevre kasaba ve kabilelere ulaştırır, okumalarını ve öğrenmelerini sağlardı.
Peygamberimiz (asm) inananlardan biat alırdı. Bu biat, “Allah’a ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, çocukları öldürmemek, zina ve iftira etmemek, zor ve kolay durumlarda, hoş ve nahoş şartlarda imanı savunmak, hakkımızın çiğnendiği hususlarda itaat etmek, idareyi elinde tutanlarla iktidar mücadelesine girmemek, nerede olursa olsun hakkı söylemek ve kınayanların kınamasından korkmamak üzere biat ettim.” (Buharî, İman, 11; Tirmizî, Hudud, 12.) şeklinde idi.
Peygamberimiz (asm), Sahabelerine, “Gerçek mücahid, Allah için nefsi ile cihad edendir.” (Feyzü’l-Kadir, 2:31.); “İlim öğreniniz. Allah için ilim öğrenmek, Allah’tan korkmayı netice verir. İlme çalışmak ibadettir. Müzakeresi, mütalâası tespihtir. İlmi araştırmak ise cihaddır.” (İhya, Beyrut, 1:11; Terğib-Terhib, Beyrut, 1: 94.) buyururlardı.
Peygamberimiz (asm) Medine döneminde harici tecavüze karşı silâhla cihada memur edildiği zaman da, silâhlı cihadı “küçük cihad,” nefisle mücadeleyi “büyük cihad” olarak tarif etmiş ve Sahabelerine, “Küçük cihaddan büyük cihada, yani nefis ve şeytanla manevî mücahedeye dönüyoruz.” (Kenzü’l-Ummal, 4: 616, Hadis No:17799.) buyurarak manevî cihadın önemine dikkat çekmiştir.
Cihad, insanlara baskı yapmak, zorlamak, hürriyetlerini elinden almak değildir. Cihad insanlara iman ve İslâm hakikatlerini ulaştırmak, Cehennem azabından kurtarmak, Allah’ın rızasını, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi kazandırmaktır. Bunun yolu da insanları öldürmekten değil, kazanmaktan geçer. Allah’ın en değerli varlığı insandır ve Allah insanı Cennete ve saadet-i ebediyeye çağırmaktadır. (Âl-i İmran Sûresi: 133.) Bu da nasihatle ve iman hakikatlerini kalplere ve gönüllere yerleştirmekle mümkündür. Bu nedenle Peygamberimiz (asm), “Din nasihattir.” (Müslim, İman, 95) buyurmuşlardır.
Nasihatin en güzel ve en geçerli olanı yazı ve kitapla yapılan şeklidir. Çünkü bunda kişi kitapla karşı karşıya kalır, öğrenme niyeti ile kitabı okur. Bu sebeple nasihat daha tesirli olur. Büyüklerden ve doğrudan kişilerden alınan nasihatlerde araya his, garaz ve başka sebepler karıştığı için nefis araya girer ve nasihati dinleyen kendini ve nefsini müdafaaya sevk edebilir. Peygamberimiz (asm), “Kıyamet günü âlimlerin mürekkebi, şehitlerin kanından üstün ve ağır gelecektir.” (İbn-i Hacer, 4:427; Müsnedü’l-Firdevs, 5: 519; Feyzü’l-Kadir, 3: 301) hadisi ile yazı ve kitapla yapılan cihadın daha değerli olduğunu anlatmıştır.
İslâm silâh zoru ile yayılmamıştır. Tebliğ ve irşat, nasihat ve ilim yolu ile yayılmıştır. Silâh münkir ve müşriklerin harici tecavüzatını def etmek için devletler tarafından yapılmıştır. Bütün bunları göz önüne alarak, Müslümanların önüne aydınlık bir yol açan zamanımızın en büyük mücahidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Peygamberimizin (asm) bu hadislerine dayanarak, “Bu zamanda cihad manevîdir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 455) hükmünü vermiştir.
3. Asrımızın cihadı, iman-ı tahkiki kılıcı iledir
Allah’a iman ve ibadet, takva ve cihad çok önemli dinî bir görevdir. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, “Cihad ile ubudiyet ve takvayı beraber götüren...” (Sözler, s. 711); “Bu zamanda korkutmakla değil, muhabbet ve sevdirmekle...” (İçtimaî Reçeteler, 2: 298) İslâm’a hizmet edilebileceğini açıklayan bir mücahiddir.
Bediüzzaman, “Cihad farz-ı kifaye iken, farz-ı ayn olmuştur.” (Hutbe-i Şamiye, s. 151) buyurarak bu zamanda dini müdafaa ve dine hizmet için cihad vazifesini yapmanın farz-ı kifaye olmaktan çıkıp, her mü’mine farz-ı ayn hükmüne geçtiğini belirtir. Böylece bütün inananların bu cihada katılması gerektiğini söyler. Farz-ı ayn olan cihadı Peygamberimiz (asm) ve Sahabileri Mekke döneminde Kur’ân ve iman hakikatlerini anlatarak ve her çeşit vasıta ile yayarak yapmışlardır. Bediüzzaman bu manevî cihadın benzerine bu zamanda büyük bir ihtiyaç olduğunu, “Asrımızın cihadı iman-ı tahkiki kılıcı ile olur.” (Şuâlar, s. 243; Hutbe-i Şamiye, s. 41) ifadeleri ile açıklamıştır.
Bediüzzaman, talebelerine verdiği son dersinde de, “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfi hareket değildir. Rıza-ı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazi-fe-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla şükürle mükellefiz... Harici tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dâhilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket müsbet bir şekilde manevî tahribata karşı manevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dâhildeki cihad başkadır... Biz bütün kuvvetimizle dâhilde asayişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dâhil ve hariçteki cihad-ı maneviyedeki fark pek azimdir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 456) demektedir.
Bediüzzaman Hazretleri, “Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan âlem-i asgarında cihad-ı ekber ile mükelleftir.” diye en büyük cihad görevinin nefisle cihad olduğunu hatırlatır. Nefsi terbiye etmek, hayra ve iyiye yönlendirmek de, ancak Allah’a ve ahirete iman etmek, ahiret hedefine yönelmekle mümkündür. Bunu sağlayacak olan da elbette Kur’ân-ı Kerîm’deki iman hakikatlerini nefsimize hitap ederek okumak şeklindedir. İman güçlendikçe nefsimiz de ıslâh olacak, şerden kaçarak hayra yönelecektir. Toplumda da gerçek adalet ve hürriyet, nefislerini ıslâh etmiş insanların çoğalması ile sağlanacaktır.
4. Ülke içinde silâhlı mücadele cihad sayılmaz
Bediüzzaman’ın üzerinde ısrarla durduğu ve sosyal hayatı ilgilendiren iki önemli prensibi vardır. Birincisi asayişin korunması, ikincisi de müsbet hareket etmek, yani halkla, polisle ve askerle karşı karşıya gelmemek ve getirmemektir.
Bediüzzaman, “Hariçteki cihad başka, dâhildeki başkadır.” (Emirdağ Lâhikası, s. 456) buyurarak ülke içinde silâhla cihad olmayacağını ve bunun asayişi ihlâl ederek anarşiyi netice vereceğini söyler. Bediüzzaman’a göre dâhilde ülke içinde cihad, ancak halkı irşad etmek ve toplumu çeşitli vasıtalarla eğitmek şeklindedir. Harici cihad ise düşmanın ülkeye saldırısı, yani dış tecavüze karşıdır. Bu da devlet eliyle yapılır. Bediüzzaman da Rusya’nın Anadolu’ya askerî müdahalesine karşı devletin yanında yer alarak talebeleri ile bizzat savaşa katılmış, mütecaviz düşman ordularına karşı gönüllü alay kumandanı olarak savaşmış ve esir düşmüştür.
Dünya devletlerinin hürriyet ve demokrasi içinde din ve vicdan hürriyetini esas alarak din ile savaşmayı terk etmesi üzerine Bediüzzaman, “Cihad-ı hariciyi şeriat-ı garranın elmas kılıçlarına havale edeceğiz.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 64; Tarihçe-i Hayat, s. 52) diyerek hariçte de cihadın manevî yönünü nazara vermiş, “Fen ve san’at silâhıyla ilâ-yı kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehalet, fakr ve ihtilâf-ı efkâra karşı cihad edeceğiz.” (age, 64) diyerek fen ve san’at vasıtasıyla cehalet, fakirlik ve bölünmüşlük gibi gelişmemizi önleyen, bizi güçsüz bırakan sosyal hadiselerle manen cihad etmek gerektiğini ifade etmiştir.
Ülke içinde zulüm, haksızlık ve adaletsizlik gibi toplumu geren ve sosyal hadiselere sebebiyet veren uygulamalara karşı idarecileri ikaz etmek, hak ve adalet için mücadele etmek de bir çeşit cihaddır. Peygamberimiz (asm), “En üstün cihad, zalim sultana karşı çekinmeden hakkı söyleyendir. Gerçek âlim de bunu hakkıyla yapandır.” (Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 1: 153) buyurmuşlardır.
Bediüzzaman, Allah yolunda cihadın Müslümanların vazifesi olduğunu, (Emirdağ Lâhikası, s. 298) bunun da zarurete ve yoksulluğa karşı san’ata çalışmakla; ihtilâfa karşı ittifakla ve ittihatla; (İçtimaî Reçeteler, 2: 272-273) fen ve san’at silâhı ile de cehalete karşı cihad etmeyi bu manevî cihadın (Emirdağ Lâhikası, s. 455) gereği olarak görmüştür.
Sonuç:
Cihad, insanları öldürmek için yapılmaz. Zulmü ve tecavüzü önleyerek mütecavizlerin tecavüzünü def etmek; barışı, emniyeti ve adaleti sağlamak için yapılır. Cihadın gerçek amacı insanları kazanmak, öldürmeyi önlemektir. (Enfal Sûresi: 61-62; Nisa Sûresi: 90; Tövbe Sûresi: 6)
İslâm hukukuna göre bir kâfir küfründen dolayı öldürülmez. Zulüm ve tecavüzünden dolayı ölümü hak ederse öldürülür. (Mevdudî, Cihad, 322) Aynı hüküm baği, yani isyan ve tecavüz eden, zalim Müslüman için de geçerlidir. Bir Müslüman cana ve namusa tecavüz ederse; yol keser, isyan eder anarşi çıkarırsa, diğer suçlular gibi ceza görür. (Reddü’l-Muhtar, 2: 273)
Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, “Kendilerine savaş açılan mü’minlere, zulme uğramaları sebebi ile savaş izni verildi.” (Hac Sûresi: 39-40; Bakara Sûresi: 190-191) buyurarak savaşın niçin emredildiğini açıkça belirtmişlerdir. Haksız yere bir insanı öldürmeyi ise bütün insanları öldürmekle eşdeğer büyük günah olarak ifade etmiştir.” (Maide Sûresi: 34) bunun için devlet savaş esnasında bile bir ferdin hakkını korumayı amaç edinmeli ve bunu yaparken bir tek bireyi bile incitmemeye özen göstermelidir.
KAYNAKLAR:
1- Nursî, Bediüzzaman Said, Emirdağ Lâhikası, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1998.
2- Nursî, Bediüzzaman Said, Divan-ı Harb-i Örfî, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1993.
3- Nursî, Bediüzzaman Said, İçtimaî Reçeteler, Envar Yayınları, 1990.
4- Nursî, Bediüzzaman Said, Hutbe-i Şamiye. Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1993.
5- Nursî, Bediüzzaman Said Kastamonu Lâhikası, 1998.
6- Nursî, Bediüzzaman Said, Lem’alar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
7- Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
8- Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
9- Nursî, Bediüzzaman Said, Muhakemat, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
10- Nursî, Bediüzzaman Said, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
11- Nursî, Bediüzzaman Said, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 2001.
12- Bilmen, Ömer Nasuhi, Istılâhat-ı Fıkhıye Kamusu, (Bilmen Yayınları, İstanbul 1985.
13- Gazalî, İhyay-ı Ulum ed-Din, Terc. Ahmet Serdaroğlu, İstanbul 1974.
14- İbn-i Haldun, Mukaddime, Millî Eğitim Yayınları, Ankara 1998.
15- İbn-i Kesir, Tefsir-i Kur’ân-ı Azim, Beyrut 1969.
16- Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, İstanbul 1993.
17- Heykel, Dr. Muhammed, Cihad ve’l-Kıtal, Beyrut 1977.
18- Vehbi, Mehmet, Hülâsatü’l-Beyan, Üçdal Neşriyat, İstanbul, Tarihsiz.
19- Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, Eser Neşriyat, İstanbul, Tarihsiz.
—SON—
İSLÂM’DA CİHAD
M. ALİ KAYA