Türkiye’den çıkıp dünyaya yayılan ve 50’den fazla dünya dilinde okunan “Nur markası”nın bazı özelliklerini bu yazı serisi içinde sıralayarak takdim etmeye çalışalım inşallah.
YERLİDİR, İNSANÎDİR…
Bediüzzaman Said Nursî’nin Kur’ân’ın malı ve hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur ile ortaya koyduğu bu markanın en mühim özelliklerinden biri, yüzde yüz kat’iyyetinde bunun hem yerli, hem millî, hem insanî, hem de cihanşümûl, dünya çapında olmasıdır.
Yani, Risale-i Nur etrafında şekillenen fikir ve hareket, dış odaklı değildir. Yabancı patentli değildir. Harici kökenli değildir. Ecnebî malı hiç değildir. Keza, yerel-lokal çaplı ve dar bölgeli değildir. Hedef kitlesi sadece Müslümanlar da değil, bütün dünya ve insanlık âleminin tamamıdır.
Meselâ, Hz. Bediüzzaman’ın Kastamonu Lâhikası’ndaki umuma yönelik bir mesajında deniliyor ki: “Risale-i Nur der: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.”
Madem öyle, o halde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak herkesin ve hepimizin bu evrensel çaptaki nuranî markaya sahip çıkması ve onu dünyanın en ücra köşesinde yaşayan insanlara da iftiharla sunmaya çalışması gerekmez mi?
O DERECE KIYMETLİDİR Kİ…
Temelinde Allah rızası, iman hakikati ve ahiret saadetini temin etmek olan bu nurlu dâvâ o derece kıymetlidir ki, bir kimseye bütün dünyanın tapusu verilse, yine de onun yerini dolduramaz.
11. Şua’da, Risale-i Nur’un meşgul olduğu “imanı kazanmak ve kaybetmek davası”nın Dünya Harbinden bile daha ehemmiyetli bir hâle geldiği şu sözlerle ifade ediliyor:
“Evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet davasından daha ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dava açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.”
İşte, çok mühim dava da şudur:
“Herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış.”
ÇOK DEHŞETLİ BİR ZAMANDA YAŞIYORUZ
İçinde bulunduğumuz çağın ne kadar şiddetli ve dehşetli olduğunu biliyor muyuz acaba?
Nur Risalelerinin müellifi Said Nursî, Kastamonu Lâhikasında yaşadığımız zamanın sarsıcı, yıkıcı dehşetini tüyler ürperten şu ifadelerle tarif ediyor:
“Kardeşlerim! Bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar, hayatı ve cihanı sarsacak hadiseler içinde, hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz bir fedakârlık taşımak gerektir.”
Esasen, her zamanın bir ruh-u gaddarı var. Her devrin Nemrutları, Firavunları bulunur. Ne var ki, bu zamanın Yezitlerini, Haccaclarını, Şeddatlarını, Cengiz ve Hülâgularını, hatta Firavun ve Nemrutlarını dahi çoğu kimse bilmiyor, tanımıyor.
Ahirzamanda geleceği haber verilen o dehşetli şahısların mahiyetini bilmeyip tanımayınca, bazıları onları sevip rahmet okuyor. Hatta, bazıları onlara iman ederek ahiretini yakıyor, ebedî hayatını mahvediyor.
Bu durum, hamiyet sahiplerini elem ve ıztırap içinde bırakıyor. Hâliyle de, onları ciddi ve esaslı bir çare arayışına sevk ediyor. İşte, samimî arayış içinde olanların eline geçen Nur Risaleleri, bu zamanın yaralarına bir deva ve ihtiyaçlarına tam bir reçete olduğu hususu, binler tecrübelerle sabittir.
RİVAYET NE DİYOR?
5. Şua’nın 6. Meselesinde ahirzamana taalluk eden bir rivayet şu sözlerle naklediliyor:
"Fitne-i ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hâkim olmaz."
“Bunun için, bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberî ile bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş; azab-ı kabirden sonra ‘Min fitneti’d-Deccal, ve min fitnet-i ahirizzaman’ vird-i ümmet olmuş.
“Allahu a’lem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler, nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikap ederler.”
İşte, şu zamandaki bu dehşetli tehlikeye karşı tesirli ikaz ve izahlarda bulunan Üstad Bediüzzaman, 5. Şua’nın azim hizmetine dair olarak, yine Kastamonu Lâhikasında şu ifadeyi kullanıyor: ”Beşinci Şua, umumun ve bilhassa ehl-i ilmin imanlarını tashih edip kurtarıyor.”
(Devamı var)