"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlı, "Harb-i Umumî"de dünyaya karşı savaşmıştı

05 Kasım 2011, Cumartesi
ESKİLERİN "HARB-İ UMUMÎ" DEDİKLERİ BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI, TÜRKİYE'Yİ DE İÇİNE ALARAK, 1914'DEN 1918'E KADAR SÜRMÜŞ OLAN ULUSLAR ARASI BÜYÜK BİR SAVAŞ İDİ. OSMANLI DEVLETİ BALKANLAR, MARMARA VE BOĞAZLAR, ORTADOĞU, AFRİKA VE KAFKASYA GİBİ BİRBİRİNE UZAK DOĞUDAN BATIYA, KUZEYDEN GÜNEYE DÖRT BİR CEPHEDE SAVAŞMAK MECBURİYETİNDE KALMIŞTI.

BİRİNCİ DÜNYA HARBİ

Eskilerin “Harb-i Umumî” dedikleri Birinci Dünya Savaşı, Türkiye’yi de içine alarak, 1914’den 1918’e kadar sürmüş olan uluslar arası bir büyük savaş idi.
Birçok dünya devletinin katıldığı bu savaş; milyonlarca insanın ölümüne, ülkelerin maddî manevî tükenmesine, sınırların altüst olması dolayısıyla da küçük küçük devletçiklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Büyük bir yıkım ve felâket şeklinde cereyan etmiştir. Ülkemiz yani Osmanlı Devleti bu kanlı harbe fiilî olarak, 5 Kasım 1914 tarihinde, İttihatçıların gaflet, dalâlet ve işgüzarlığıyla, oyununa gelip Almanya’nın yanında yer alarak girmiştir. Balkanlar, Marmara ve Boğazlar (Çanakkale), Ortadoğu (Sina, Filistin ve Mezopotamya), Afrika (Yemen, Hicaz) ve Kafkasya gibi birbirine uzak doğudan batıya, kuzeyden güneye dört bir cephede savaşmak mecburiyetinde kalmıştır.

Nasıl başladı?
    
Harbe iştirak eden devletler, İtilâf ve İttifak devletleri şeklinde bir birliktelik, bir savaş bloğu oluşturmuştu. İtilâf bloğunda Britanya İmparatorluğu (İngiltere ve sömürgeleri), Fransa, İtalya, Çarlık Rusyası ve Sırp Krallığı yer alırken İttifak bloğunda da Alman İmparatorluğu, Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, Bulgaristan ve Osmanlı Devleti bulunuyordu.
Avusturya’nın 1908’de işgal etmiş olduğu Bosna’nın Saraybosna şehrinde, 28 Haziran 1914’de bir Sırp milliyetçisinin Avusturya Veliahdını öldürmesi, değişik ekonomik ve siyasî sebepler dolayısıyla beklenmekte olan savaşı başlatan kıvılcım olmuştur. Dört yıl kadar süren bu dünya harbi, çok uluslu, Avrupa, Asya ve Afrika kıt’aları gibi birçok geniş bölgeyi içine alan kanlı ve cehennemî bir savaş halini almıştır.
Savaşın başlangıcında İngiltere ve İngiliz uluslar arası topluluğu ülkeleri ile Fransa, Belçika, Rusya, Sırbistan ve savaşa kısa süre katılan Japonya İtilâf Devletleri Birliği’ni meydana getiriyordu. Savaş devam ederken bu devletlere ABD, İtalya, Romanya, Yunanistan ve diğer bazı ülkeler de katılarak, İtilâf Devletleri‘nin çok daha güçlü bir blok oluşturmasına sebep olmuşlardır. İttifak Devletlerine ise başka bir katılım olmamıştır.

SAVAŞIN YAYILMA ALANLARI

Birinci Dünya Savaşı, yayılma alanları olarak o güne kadar görülmedik bir şekilde çok geniş bir coğrafyayı içine almış ve karada, denizde hatta havada sürmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nın Cepheleri; Avrupa’da; Balkanlar, Batı Cephesi, Doğu Cephesi, İtalya Cephesi, Orta Doğu’da Osmanlı, Kafkasya, Sina ve Filistin, Mezopotamya, Çanakkale, Yemen, Hicaz, İran, Afrika’da; Güneybatı Afrika, Batı Afrika, Doğu Afrika, Asya ve Pasifik-Tsinphato-Alman Samoa, Yeni Gine ve de Akdeniz’de Deniz Hareketleri, Deniz Savaşları ve Hava Savaşları şeklinde çok geniş bir alanı kaplamıştır.
Kara savaşlarının geçtiği en önemli iki alana ise, Almanya’nın batısı ve doğusu anlamında, Batı Cephesi ve Doğu Cephesi adları verilmiştir.
 

OSMANLI CEPHELERİ

Doğu ve Batı cephelerinde savaş bütün şiddetiyle sürerken, Osmanlı Devleti, “Osmanlı cepheleri” olarak bilinen Kafkasya, Sina ve Filistin, Mezopotamya, Çanakkale, Yemen, Hicaz ve Afrika Cephelerinde ‘Yedi Düvele’ karşı vatan topraklarını korumaya çalışıyordu.
Ruslarla birlikte Ermenilerin de yer aldığı Kafkas Cephesinde ise durum daha da vahimdi.

CEPHE SAVAŞLARI

 “Osmanlı Cepheleri” olarak bilinen bu cephelerin üçünde, oldukça şiddetli çarpışmalarla geçmekte olan savaşın seyri şöyle idi:

   1- Kafkas Cephesi:
Ruslar Ermenilerle birlikte Sarıkamış üzerinden Erzurum’a doğru ilerlemekteyken, bunları durdurmak isteyen Osmanlı birlikleri, ağır kış şartlarının, kar ve soğuğun etkisiyle bu cephede oldukça büyük kayıplar veriyordu. Bu oldukça olumsuz çetin kış şartları içinde, Rus ve Ermeni birlikleri zaman zaman geri püskürtülüyorsa da, düşman birlikleri sayıca ve teçhizat yönünden daha güçlü olmasından dolayı savaşa ağırlığını koymuş olarak hükmünü icra ediyor, Erzurum’a doğru olanca güçleriyle ilerlemeye devam ediyorlardı.

   2- Çanakkale ve Boğazlar Bölgesi:
Bu Cephede de oldukça dehşetli ve çok kanlı muharebeler devam ediyor ve Osmanlı askerleri, özellikle Çanakkale müdafaasında iki yüz elli bine yakın şehit verilmesine mukabil, rahmetle ve minnetle andığımız aziz şehitlerimizin kanlarıyla sulanan bu aziz topraklara müstevlilerin kirli ayaklarını bastırmayarak İtilâf devletlerini geri çekilmeye mecbur bırakıyordu.

   3- Doğu Cephesi:
Doğu cephesindeki hâl ve vaziyette diğer cephelerin durumundan farksızdı. Rusların, bilhassa Ermenilerle olan birleşik hareketleri sonucu ülkemiz yakılıp yıkılmaya, insanlarımızın kılıçtan geçirilerek boğazlanmak suretiyle vahşice öldürülmelerine devam ediliyordu.
Savaş bütün şiddeti ve vahşetiyle bütün cephelerde sürüyordu...
Bütün cephelerde dört yıl boyunca süren savaş kahraman milletimizin imanlı, cehd ve cesaret sahibi bir milyon beş yüz elli bin evlâdını şehit ve kayıp vererek neticeleniyordu. Bu savaşta İtilâf Devletlerinin beş milyonu asker üç milyonu sivil sekiz milyon insan kaybı olurken, ittifak güçleri ise dört milyonu asker üç milyonu sivil yedi milyon insan kayıp veriyorlardı. Bir başka rivayet ise daha korkunç idi; Birinci Dünya Savaşının insan kaybı tam elli üç milyondu.
Evet, Anadolu topraklarını, bugün yaşadığımız şehit kanıyla sulanmış vatan topraklarını düşmana verip teslim olmadık, ama canımızdan-ciğerimizden koparılan hükümran olduğumuz topraklarda onlarca devlet kurulmuştu.
Evet, teslim olmamıştık, ama ittihatçıların ihanetine uğrayan üç kıt’aya sahip koskoca asırlık devlet Anadolu topraklarına sıkışıp kalmıştı…
Evet teslim olmamıştık, ama üç kıt’ada savaşmış olan bu onurlu devletin evlâtları perişan bir vaziyette, yoksullaşmış, yorgun ve bitkin bir vaziyette yeniden ayağa kalkmanın çarelerini aramaya başlamıştı.
Evet, yüce Allah’ın kutsadığı bu millet, canını ve kanını vermiş, ama hürriyetini vermemişti. Dinine, inancına, imanına, vatanına kastedenleri pişman ettirerek gerisingeri göndermişti.
Merhum Mehmet Âkif, işte o günlere ve hissiyatımıza şöyle tercüman oluyordu:
“Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bu göğüslerse Huda’nın ebedî serhaddi;
“O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme“ dedi.
Âsım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek;
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
     
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!”

BEDİÜZZAMAN VE BİRİNCİ DÜNYA HARBİ

“Harbi Umumide gönüllü alay kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu kumandanı Enver Paşa taktiratı altında kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim, yaralanıp esir düştüm.”(Mektubat, 76)
Osmanlı Devleti’nin birkaç cephede birden yedi düvele karşı giriştiği ve dört yıl süren Birinci Dünya Harbi öncesi Bediüzzaman Hazretleri Şark’ta ilimle iştigal etmekteydi ve Van’da ikamet etmekteydi. O’nun ilim mekânı, Van kalesinin güneyindeki “Eski Van” olarak bilinen yerde bulunan Horhor Medresesi’ydi.
Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Cihan Harbi öncesi Van’da bulunduğu dönemde Birinci Dünya Harbi ile ilgili olarak, daha harp başlamamışken öngörüsüyle alâkalı kardeşi Abdülmecid Efendi şunları kaydediyor: “Üstad Hazretleri harpten evvel bize ders verirken, Kur’ân’ı eline alır, mânâlandırır, takrir ederdi. Bir gün medresenin damında bize tefsir dersi veriyordu. Vakit ikindiden sonra idi. Birdenbire derin bir “ah” çekerek dedi ki; “Hazırlanınız büyük bir felâket geliyor.” Aradan bir ay geçmeden Birinci Cihan Harbi patlak verdi.” (Abdülmecid Nursî’nin not defterinden naklen, Mufassal Tarihçe-i Hayat. A. Kadir BADILLI. 1.303. Timaş Yay.)
Bediüzzaman Hazretlerinin Birinci Cihan Harbi öncesi Van’da olduğu ve bu harbin vuku bulacağını beyan buyurmasını, Büyük Tarihçe-i Hayat’taki şu satırları da teyit ediyor. Şöyle ki; “Molla Said talebelerine hazır olunuz büyük bir felâket ve musîbet bize yaklaşıyor.” diye haber vermişti.” (Büyük Tarihçe-i Hayat Yeni Asya Neş. Sh. 93.)
Bu hadiseyi teyit eden bir başka husus da yeğeni, yani büyük ağabeyi Molla Abdullah’ın oğlu Abdurrahman’ın tesbitleridir ki bunu, yukarıdaki beyanları doğrulayan ifadeleri yazdığı; “Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı” adlı Envar Neşriyat’ın yayınları arasında çıkan, küçük hacimli eserinde de görmek ve okumak mümkündür.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNİN BİRİNCİ DÜNYA HARBİNE İŞTİRAKLERİ

Bediüzzaman Hazretleri, 1914 yılında, kışa yaklaşan sonbahar aylarında (Ekim) başlayan Birinci Cihan Harbine bizzat iştirak etmiştir. Üstad, Van’da bulunurken harbin patlaması üzerine, harbin başlarında orduya vaiz ve imam olarak katılmıştır. Daha sonra da fedai talebeleriyle birlikte Van’dan hareket ederek harbe fiilî olarak katılmış olup, cephede bizzat savaşmıştır.
Mufassal Tarihçe-i Hayatta bu durum aynen şu şekilde anlatılmaktadır: “Bediüzzaman Hazretleri harbin ta başından beri evvela orduya vaiz ve imam olarak sonra da fedai talebeleriyle gönüllü alayını teşkil etmek üzere hazırlıklarını yapıp gönüllü alay kumandanı olarak harbe iştirak etmiştir. İki sene Harb-i Umumide durmadan cepheden cepheye koşmuş, çalışmış ve çarpışmıştır.” (Mufassal Tarihçe-i Hayat, 1: 304)
Bediüzzaman Hazretleri bu ulvî ve kahraman hususiyetini te’lif ettiği Risâle-i Nur eserlerinde de dile getirmiştir. Harbe iştirak ettiğini, gönüllü alay kumandanı olarak harpte çalışıp çarpıştığını kendisi şu sözleriyle beyan buyurmuştur:
“Harb-i Umumide gönüllü alay kumandanı olarak iki sene çalıştım, çarpıştım. Ordu kumandanı Enver Paşa taktiratı altında kıymettar talebelerimi, dostlarımı feda ettim. Yaralanıp esir düştüm.”(Mektubat, s. 76)
Bediüzzaman Hazretlerinin Ruslara esir düşüp, Rusya’ya götürülüşünü ve esirler kampında Rus kumandanı ile olan aralarındaki muhavereyi, ileriki sahifelerde değinileceğinden burada bahsetmiyoruz. Yalnız yeri gelmişken, Bediüzzaman Hazretlerinin mübarek satırlarında ismi geçen Enver Paşa hakkında, Bediüzzaman Hazretlerinin beyanları ve onun kim olduğuna dair bazı kısa bilgileri burada vermeyi faydalı görüyoruz.

ENVER PAŞA

Enver Paşa, Birinci Cihan Harbi’nde Ordu Kumandanlığı sırasında düşmanla çarpışan Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin harika mücadele ve mücahedesine şahit oldu. Bu sebeple Üstad’ı daima takdir etti ve ona dost oldu. 1916 yılında esir düşerek Rusya’ya götürülen Bediüzzaman Hazretlerinin aradan iki yıl geçtikten sonra İstanbul’a dönüşünde, onunla tekrar görüştü.
Üstad Hazretlerinin kahramanlığına mukabil Enver Paşa onu burada da yalnız bırakmadı. Üstad’a yakın ilgi ve sempati duydu. Hatta Üstad’ın bilinen en meşhur Kur’ân tefsiri olan İşarat-ül İ’caz’ın yazılıp tamamlandığı günlerde Enver Paşa; “Hocam benim de bir hizmetim olsun, bu kıymetli eserinizi müsaade ederseniz ben bastırayım.” diyerek Üstad Hazretlerine teklifte bulundu. Bu samimî teklife karşılık Üstad’ın sadece onun halis niyet ve hizmetine mukabil sadece kâğıdını temin ederek katkıda bulunabileceğine karar vererek, İşarat-ül İ’câz’ı bu katkı ile o zaman bastırdı. Bu hususta Üstad eserlerinde, Enver Paşa için; “Cephe-i harpte ve şimdi müsadere edilen İşarat-ül İ’caz o zamanın başkumandanı Enver Paşa’ya o kadar kıymettar görülmüş ki; kimseye yapmadığı bir hürmetle istikbaline koştuğu ve yadigârı harbin hayrına şerefine hissedar olarak fikriyle İşarat-ül İ’caz’ın tabı için kâğıdını vererek müellifin harpteki mücehedatı taktirkârane yâd edilen bir adam’’ der. (Şuâlar. Envar Neşriyat, s. 307)
Evet, Üstad Hazretlerinin zor günlerindeki bu kadim dostu 1922 yılında Türkistan’da Ruslar tarafından şehit edilmiştir. Allah ona rahmet eylesin.

DEVAM EDECEK
 
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
Okunma Sayısı: 11423
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Bilâl Tunç

    5.11.2011 00:00:00

    Yazarımızı gayretinden ötürü tebrik ediyorum.. Cesâreti takdîre şâyân.. Bir de dahâ titiz çalışabilseydi keşki..
    Meselâ:
    “Afrika (Yemen, Hicaz)” nedir? Hicaz ve Yemen Afrika’da mıdır?
    Kafkas Cephesi tamam da ayrıca Doğu Cephesi neyin nesi?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı