Ülkemizde geçim derdi sebebiyle insanların gurbete çıkması alışıldık bir durumdur.
Büyük şehirlerin çoğu, gurbete çıkanlarla doludur. Gurbete çıkılmayan il olmadığı gibi, gurbetçilerin bulunmadığı il de yoktur.
Yurt içinde durum böyle olduğu gibi, yurt dışına da milyonlarca gurbetçi gönderen bir ülkeyiz. En fazla gurbetçi de Almanya’ya gitmiştir. Kaynaklara göre 30 Ekim 1961 tarihinde, Almanya’nın Bonn şehrinde Türkiye ile Almanya arasında “İşgücü Alımı Anlaşması” imzalanmış ve o tarihten sonra milyonlarca kişi işçi olarak Almanya’ya gitmiştir.
Türkiye’nin gurbete gönderdiği işçilerle ekseriyetle ‘döviz kaynağı’ gibi baktığı da her halde inkâr edilemez. İşçilerin gurbet elde karşılaştığı dertlere uygun çareler aranmadığı, hatta hiç ilgilenilmediği söylense yanlış olmaz. Bu işçiler ibadetlerini nasıl yapacak? Bu işçilerin evlenmesi, çocuklarının eğitimi, hatta vefatları halinde neler yapılacağı gibi sosyal meseleler idarecilerimizin gündemini meşgul etmemiştir. Gurbette çalışan milyonlar bunun şahitleridir.
İşte bu gurbetçilerden bir grubun bir Ramazan Bayramı’nda Almanya’da yaşadığı göz yaşartıcı hatırayı tam da başka bir bayram günü hatırlamak isabetli olacak. Twitter’da (@diaspora_turk, 4 Haziran 2019) hesabında yayınlanan hatıra şöyle: “Hüseyin Aydın anlatıyor: Ford Fabrikası’nda bir bayram sabahı. İzin dönemi olmadığı için çoğumuz Türkiye’ye gidemedik. Bayramın ilk günü de çalışıyoruz. Arkadaşlar fabrikada bayram namazı kılmak isteyince şeflerle görüşüp izin aldık. Kartonlara ‘falanca yerde falanca saatte bayram namazı kılacağız’ diye yazıp Ford’un her yerine yapıştırdık. Ancak diğer birim şefleri, ‘Bizimkiler de ister, işler aksar’ diye itiraz edince, akşam bizim şefler namazı iptal etti. Sabah kapıda arkadaşlara haber verelim dedik,ama Türkler işe değil de, düğüne gider gibi gelmişti. Herkes tıraş olmuş, kravat takmış, kokular sürünmüş...
“Haberi verince herkes çok üzüldü. Mecbur bantların başına geçtik. O sırada Muzaffer Usta gitti bandı durdurdu. ‘Ne olacaksa olsun gidip namazı kılalım sonra düşünürüz’ dedi. Toplanıp namazın kılınacağı yere gittik. Diğer birimlerden duyanlar da gelmişti. Bin kişiden fazla olduk. Arif Akpınar adlı Karslı bir arkadaşımız vardı. Türkiye’de hocalık yapmıştı. Namazı o kıldırdı. Alman işçiler de geldi, bir kenardan bizi izlediler. Olayı duyunca yöneticiler de geldi. Yasağı bir kenara bırakıp merakla bizi izlediler. Namaz bitti, kucaklaşıp bayramlaştık. Ustabaşımız August çok şaşırmıştı. Arif’i göstererek ‘Bakın büyük şef geliyor’ dedi. ‘Akpınar şef mi oldu?’ diye sorduk. ‘Şef de neymiş, adam yatın diyor, bin kişi aynı anda yatıyor, kalkın diyor hepsi kalkıyor. Ford’un şefi bin kişiyi yatırsın da görelim’ deyince epey gülüştük. Almancası iyi olan Adanalı Mustafa adlı arkadaşımızla bir tepsi tatlı ve çiçekle şefin kapısına dayandık. ‘Bu ne?’ dedi. ‘Biz de adettir, bayramlarda tatlı ikram ederiz.’ deyince şef çok keyiflendi. Ertesi gün duvarlara bir ilân astılar. ‘İşyeri çalışma kurallarına aykırı davrandınız, bu suçtur. Bir daha tekrarlamayınız. Bu defalık göz ardı ediliyor’ diye. İşi öyle tatlıya bağladık ki, sonraki bayramlarda bu kez kendileri bize yer gösterdi.”
Gurbetçileri yaban ellerde desteksiz, yardımsız, ilgisiz bırakan yöneticilerde acaba bir gram üzüntü, “Biz ne yaptık?” düşüncesi olmuş mudur?
İşçi olarak gidip işveren olan vatandaşlarımızın dolaylı olarak Türkiye’ye yaptıkları maddî katkıların yanında “İslâmın tanıtılması”na yaptığı katkılar da unutulmaz. Onlar sayesinde inşallah Avrupa’da İslâm hakikî manasıyla tanınacak...