Ekonomik, sosyal ve siyasî sahadaki büyümeyi birbirinden ayrı düşünmek mümkün değil.
Bu sahalardaki büyüme, birbirini destekleyen ve etkileyen bir netice doğurur. Yani ekonomisi iyi olan bir ülkenin başka sahalarda ‘çok kötü’ olması her zaman rastlanan bir durum değildir.
Ülkemizin “Büyük Türkiye” olması yıllardan beri ulaşılması istenen bir hedeftir. Elbette buradaki büyüklüğü sadece ekonomik anlamdaki büyüme olarak görmemek icap eder. Esas büyüklük; hak, hukuk ve adaleti tam olarak tesis etmekle mümkün olur. Hak, hukuk ve adaletin tesis edildiği bir ülke de tabiî netice olarak ‘büyük’ olur. Bazılarına garip gelebilir, ama ‘ekmek’ten önce ‘hürriyet’ talep edilmesi gerektiği her defasında dile getirilmek durumundadır.
Hal ve gidişe bakılırsa, çok iddialı olunan ekonomi politikaları başarılı olamamış ve Türkiye, “20 büyük ekonomi” listesinden çıkmak üzereymiş. İngiliz Ekonomi ve İş Araştırmaları Merkezi’nin (CEBR) raporuna göre, dünyanın 17. ekonomisi olan ülkemizin 2020’de 20. sıraya ve 2021’de 22. sıraya gerileyeceği kaydedilmiş. Çin ise ABD ekonomisini beklenenden beş yıl önce 2028’de geçerek “dünyanın en büyük ekonomisi” olabilirmiş. Buna gerekçe olarak da koronavirüsün ABD’yi Çin’den daha fazla olumsuz etkilemesi gösterilmiş. (tr.euronews.com, 26 Aralık 2020)
Rapordaki tahminlere itiraz edilebilir. Fakat hem ekonomi hem de siyasî bakımdan ülkemizin hedeflerinden uzaklaştığı inkâr edilebilir mi? Millî gelir her geçen yıl artmaya devam ediyor mu? ‘Sıfır sorunlu dış politika’ vaadi tutulabildi mi? Eğitim noktasında çizilen hedeflere yaklaşabildik mi? AB üyelik hedefine yaklaştığımız söylenebilir mi? Hak, hukuk ve adalet sahasındaki sıkıntılar azalıyor mu?
Daha önce açıklanan hedeflerden uzaklaştığımız inkâr edilemez. Ve bu anlayışla devam edilirse “Büyük Türkiye”ye kavuşmak her geçen yıl biraz daha ötelenmiş olur.
Virüs salgınının ekonomiyi kötü etkilediği ve hedeflerden uzaklaştırdığı söylenebilir. Ancak mesele sadece ekonomi değil ve ‘para’sız yapılabilecek işler de yapılmış değil. Salgına rağmen hak, hukuk ve adalet sahasında müsbet adımlar atılamaz mıydı? “Birinin hatasıyla başkasını sorumlu tutmamak için” paraya mı ihtiyaç var? Âdil kanunlar çıkarıp, kararları buna göre vermek için daha fazla ihracat mı gerekir? “Kavl-ı leyyin/ Yumuşak söz”le konuşmak ve siyasetin dilini temiz tutmak için dövize mi ihtiyaç duyulur?
Türkiye’yi idare edenler ‘para’sız yapılabilecek iyi işleri dahi yapmaktan uzak durdukları müddetçe Türkiye’nin sıkıntılarından kurtulması mümkün olmaz. Ülkemizin ‘dünyanın 17. ekonomisi’ olması elbette mühimdir, ama temennimiz ve arzumuz “dünyanın en âdil ülkesi” olmasından yanadır. Zaten bu hedefe ulaşılabilse “Büyük Türkiye”yi inşa etmek de çok daha kolay olur vesselâm.