Ehliyet ve liyakatin ne kadar önemli olduğunu anlamaya ihtiyaç olmasa gerek.
İşlerin ehil ellere verilmesi adaletin de gereğidir. Türkiye’yi idare edenler konuşmalarında bunları dile getiriyor, ancak sıra bunu fiilen yerine getirmeye geldiğinde ehliyet ve liyakate bakılmıyor. “Öyle değil, her iş ehline veriliyor” diyen varsa onlara söylenecek söz var mı?
Bazıları, ‘işi ehline verme’k noktasında güzel örnekler sergileyen Avrupa’dan misaller verilmesinden de rahatsız oluyor. Neymiş, Türkiye farklı bir yermiş ve Avrupa’daki ‘güzel misaller’ de bize uymazmış. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim! Yahu, doğruluk, dürüstlük ve âdil olmak nasıl ki İslâmın emriyse, işi ehline vermek de öyledir ve bu haller Müslümana yakışır. Aksini düşünmek ve yapmak savunulabilir mi?
Her şey alt üst olduğu için ‘Gerçek Türkiye’de neler yaşandığını hatırlayan dahi kalmadı. Meselâ, üniversite rektörleri, üniversitedeki öğretim üyeleri tarafından üç aday olarak seçiliyor ve sonra cumhurbaşkanı tarafından atanıyordu. Şak, bir değişiklik yapıldı ve seçimler ortadan kaldırıldı. Rektörler şimdi doğrudan cumhurbaşkanı tarafından tayin ediliyor. Niye? Bu şekilde Türkiye ileri mi gitmiş oldu? Şimdiki idareciler bunu mu vaad etmişti? Taraftarları bu yanlışı nasıl savunuyor?
Peki, bizde böyle de bazı idareciler tarafından “Bizi AB’ye almayan ülke” olarak kınanan Almanya’da durum nasıl? Almanya Bonn Rheinische Friedrich-Wilhelms Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Soyhan Bağcı, rektör değilse de bir bilim dalı başkanının nasıl seçildiğini anlatmış. Bilim dalı başkanını böyle titizlikle seçen ülke başarılı olmaz mı? İşte Dr. Soyhan Bacı’nın dilinden seçim süreci:
“Ben size Almanya’da bilim dalı başkanlığı seçimini kısaca özetleyeyim. Emekli olan kişinin yerine ilân açılır. O ilâna üniversite içinden kimse başvuramaz. Dışardan başvurulardan görüşmeye çağırılacak 6 adaya üniversite kurulunda karar verilir. Bu adayların kim olacağına karar verilmesinde şunlara bakılır: O ana kadar aldığı araştırma destekleri. Mevcut araştırma fonu miktarı. Üniversiteye getireceği yenilik, araştırma bütçesi vs. Üniversitenin klinik/hasta potansiyeli/araştırma yapısı vs. hedeflerine uygunluğu. O 6 aday belirlenirken, her adayın öncelik sırası belirlenir. Adaylar görüşmeye çağrılır, onlara sunum yaptırılır. Aday öncelik sıralamasında son karar verilir ve 1. öncelikli adaydan başlayarak görüşmeler ve pazarlıklar başlar. Üniversite adaylardan, adaylar da üniversiteden beklentilerini konuşmaya ve pazarlıklara başlarlar (Çok güçlü adaylar üniversiteden daha fazla araştırma desteği, laboratuvar, personel, maaş isteme şansına sahip). Üniversite bu süreçte verebileceklerini, aday da beklentilerinin karşılanıp karşılanmamasına göre bir anlaşmaya varılır ya da anlaşılamaz ve 2. sıradaki adaya geçilir. Almanya’da bir üniversite tarafından bilim dalı başkanlığı için listeye alınmak hele ki ilk 3’de olmak onurdur. Ülkede o branşta herkes bilir bu durumu. Hatta bazen kendi üniversiteleri o kişiyi kaybetmemek için, ya da o dönemde başvurduğu başka bir üniversite o kişiyi kazanmak için daha fazla akademik imkân vs. önerir. Yani o branştaki en özel kişilerdir onlar. Saygı görürler. Söyledikleri yankı uyandırır. O yüzdendir ki, tıp dalında 22 Nobeli olan bir ülkedir Almanya. Hakettiğinden daha azına ulaşan olmuştur, ama kimse fazlasına ulaşamaz burada.” (@MedicalReads tweet adresinden, 29 Aralık 2020)
Ülkemizdeki durumu gösteren bir mesajı da paylaşalım da hadise iyi anlaşılsın: “Bir dekan odasında ‘bilim dalı başkanlığı seçiminde şu kişiye oy vermezsen profesörlük kadronu alamazsın’ sözüne maruz kalmış bir kişiyim. Hak ettiğim kadroyu 3 sene geç aldım. Dosyamın yarısı kadar dosyası olmayanlar itaat edip rahat ederken hem de. Üniversitemizin durumunu bilirim.” ([Prof. Dr.] Gülsan Sucak, @GulsanSucak, 29 Aralık 2020)
O halde soralım: Hangi tavır İslâma uygun? Efendiler, yanlış işler yapmayın vesselâm.