Bütün dünyanın büyük bir krize yuvarlandığı artık inkâr edilemez bir gerçek.
Esasında sürüklendiğimiz krizin tam olarak farkında olduğumuz dahi söylenemez. Değişik tahminler yapılsa da bu krizin, bu virüs salgınının, bu savruluşun maliyeti bugünden hesaplanabilmiş değil.
Elbette maksadımız insanları ümitsizliğe sevk etmek değil; ama atalarımız ne demişse onu demek istiyoruz: “Sen işini yokuş tut, düz ya da iniş çıkarsa ne âlâ!” Şu halde yapılması gereken şey, krizin tahminlerden daha fazla tortu bırakabileceğini hesaplayarak tedbir almaktan geçer. Tedbirin en kısa ve kolay yolu da, mümkün olduğu kadar israftan uzaklaşıp tasarruf kalesine sığınmaktır. Hem şahıs olarak, hem de devlet olarak israf musluklarını mutlaka kısmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapmadıktan sonra ne yapılsa fayda vermez ve Allah muhafaza ödeyeceğimiz ‘kriz faturası’ artabilir.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski de yaptığı açıklamada krizin büyüklüğüne dikkat çekmeye çalışmış.
Kaslowski’nin tesbitleri şöyle:
“Şu anda ülke olarak en çok endişelenmemiz gereken konu, istihdamı korumak için giderek daha fazla desteğe ihtiyaç olacağının ortaya çıkıyor olması. Burada ne kadar erken davranırsanız kayıpları o kadar önlersiniz. O yüzden hızlı hareket edilmesi gereken bir alan. (...) YEP [2019 ile 2022 yıllarını içine alan Yeni Ekonomi Program] dahil yapılan tüm tahminlerin artık geçerliliğini yitirdiğini söyleyebiliriz. Plan ve programların bu yeni durum karşısında yeniden yapılması gerekecek. (Bu yıl) İkinci çeyrekte çok sert bir daralma olacak, yılın ikinci yarısında iç taleple bunu telâfi etmeye çalışacağız. Salgının tam olarak ne kadar süreceğini kestirmek mümkün değil. (...) İşsizlik tarafı bizi ciddî anlamda endişelendiriyor. (...) Yeni program desteklerin detaylarını ve malî yüklerini çok şeffaf bir şekilde içermeli. Bu dönemde yapılan yardımların da doğru adrese yönelmesi, gerçekten ihtiyacı olanlara ulaştırılması önemli. Oluşan malî yük kamu borcunu arttıracak. (...) Bugünü tartışmanın yanında bir çıkış stratejisini de oluşturmak, normale nasıl döneceğimizi de planlamak lâzım.”
TÜSİAD Başkanı Kaslowski’nin krizden çıkış noktasında yapılması gerekenler konusunda yorumu da önemli: “Salgın siyasî görüş ayrılığı, etnik köken, inanç, sınıf farkı gözetmeden her insanı etkileyen küresel bir sorun. Bu salgın hastalık sürecinde yaşananlar, kutuplaşmanın onarılması ne denli güç bir arıza olduğunu da bize gösteriyor. Bunu aşmak için sürekli gündemde tutmaya gayret ettiğimiz güven kavramı burada kilit önemdedir. Birbirimize güvenmeden, güvenemeden kutuplaşma sorununu aşmamız çok zor olacak. Burada herkese görev düşüyor. Kimsenin, ilk adımın bir başkasından gelmesini beklemesine gerek olmadığını düşünüyorum.”
Peki, ‘güven’i nasıl ayakta tutabiliriz? Millet, israf içinde yüzen idarecilere güvenir mi? Yoksa milletle dertlenen, onlar gibi yaşayan, krizi de huzuru da paylaşan idarecilere mi güvenir?
Türkiye’de idarecilere güvenilmemesinin bir sebebi de mevki ve makam sahiplerinin har vurup harman savurmasıdır. Devletteki israfı savunabilecek kimse var mı? Ya da ‘devlette israf yok’ diyen çıkar mı?
Her zaman tasarruf icap eder, ama hele bu zamanda, hele bu kriz ve salgın anında tasarruftan başka çare yoktur. Her şeyden önce, çok sıkı bir şekilde tasarruf tedbirlerini hayata geçirmek şart. İlla tasarruf, hemen tasarruf, her zaman tasarruf!