“Nasıl anlatsam, nerden başlasam” denir ya, işte öyle bir durum gökyüzünü anlatmak. İnsanın nutku tutuluyor. Söz değil de kalp konuşuyor seyrederken. Pamuk bulutlar, masmavi asuman, bembeyaz güzellik ve bambaşka huzur.
Sanki Cennetten bir kesit sunuyor.
“Gökyüzü denizi” diyorum; öbek öbek bulutları, okyanustaki adacıklara benzetirim bazen. “Bazen de bulutlar beni alsa çook uzaklara götürse” derim. “Ahh imrenilesi bulutlar! Kaf dağının ardına ancak siz ulaşabilirsiniz.. Selam söyleyin masalsı diyarlara” der, bulutlarla halleşirim. Gökyüzü sonsuzluğu çağrıştırır. Bir taraftan da hürriyeti...
Nasıl da uçsuz bucaksız atlas gibi; göz aydınlığım, gönül ferahlığım.
Belki de Bediüzzaman’dan tevarüs etmiş, tefekkür mesleği, meşrebi ya da âdeti. Gökyüzü çok zengin tefekkür hazinesi. Gökyüzüne bakmamın vakti saati yok. “Her an” desem abartmış olmam. Evdeysem, pencere, balkondan seyrederim. Sonra işlerime dönerim. Ara ara hep gözlerim ufukta, bir şeyler bekler gibi, bir muştu, belki de herkesin yüzünün güleceği bir bayram haberi; bilemiyorum işte, ama hep izlerim gökyüzünü hep...
Rabbimin, bilemediğim hangi esmasının tecellisi, huzur buluyor gönlüm, adını koyamadığım bir huzur...
Bir de yıldızlarla yaldızlanmış yüzü. Geceleri mehtabı seyretmek alır götürür insanı duygu girdaplarına. Çoğu insan uyurken yıldızları seyretmek, sessizliğin sesini dinlemek, tefekkürün âlî mertebelerinde gezinmek nasıl iyi gelir ruhumuza. Gecenin karanlığında, meleklerin varlığı daha bir hissedilir. İnsanın dua edesi, isteyesi gelir Rabbinden, sanki, sessizlikte daha duyulacakmış gibi sesi, duaları kabul olacakmış hissi...
Güneş de gökyüzünden yayılır yeryüzüne...
Güneşin doğuşu ayrı güzeldir. Hüzmeleri, yeryüzünü şefkatle okşar gibi saçılır dört bir bucağa...
Işıltıları cümbüş gibi oynaşır ağaçların yapraklarında...
Hayat taşır her varlığa. Öyle cömerttir ki yedi renginin ulaşmadığı tek nokta kalmaz. Hayy isminin tecellisi sanki. O kadar azimle, şevkle yayılır ki yeryüzüne, karanlık kaçar saklanacak yer arar. Pırıl pırıl nur, perdenin arasından incecik sızar. Vee karanlığı boğar.
Günbatımı seyrangâhının icra edildiği yer yine gökyüzüdür..
Günbatımı hüznü çağrıştırır. Kızıllığı sarar gördüğümüz her yeri.
İkindi vakti, ağaçların uzayan gölgelerinde yürür insan. Kaybolmuş çocukluğunu arar gibi, düşünür maziyi, müstakbeli. “İşte der, batan güneş gibi sen de gideceksin, senin bekan az, sen de ölümlüsün!” İnsan aklını başına devşirir. Gülümser batan güneşe.
Güneş bizim beldemizi terk ederken başka diyarlara yeni gündoğumları, yeni başlangıçlar götürür.
Selâm gönderirsin güneşle, uzaklara, yüzünü görmediğin kardeşlerine. Zaten hepimiz Adem atamızın evlatları değil miyiz?
Ve yağmur... Kimilerine göre gökyüzü olayı, kimlerine göre rahmet pınarı.
Yeryüzü özler yağmuru, hasret kalmış çorak topraklar, sızım sızım sızlar, kavrulur ve der: “Neredesin ey yağmur?”
Derken gökyüzü bulutlanır, ilk damla, ilk katre düşer bir gülün yaprağına... Gül de karışır bu duaya, ağlarcasına şebnem yuvarlanır toprağa...
Ardından taneler düşmeye başlar, ardı ardına... Ve muhteşem ân... Gökyüzü emzirir gibi şefkatle yağar yeryüzüne, Allah’ın izniyle, yağar yağar...
Yağmur bereket, yağmur dua...
Hepsi hepsi masmavi gökyüzünde, ben; nasıl bakmam gökyüzüne...