Ahirzamanda beşeriyeti topyekün ifsat ve imha projeleri genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.
İnsanların ilgisizliği ve tepkisizliği sonucunda meydana gelen yıkım, yaşanan duyarsızlık sebebiyle, her geçen gün daha büyük problemlerle karşımıza çıkmaktadır. Yaklaşık 150 yıl önce, ifsat edilen bir buğday tohumunun, insan neslinde yaptığı tahribatı “İçimizdeki Şeytan” kitabında hikâye eden Lev N. Tolstoy, zamanımız insanlarına ibretli bir mesaj ulaştırmaktadır. İstifadeli bir ders alınacağı kanaatiyle, hatırlanması gereken bu hikâyeyi adı geçen kitabından, olduğu gibi iktibas ediyoruz.
YUMURTA BÜYÜKLÜĞÜNDE TOHUM
Bir gün çocuklar hendekte oynarken yumurta büyüklüğünde, ortası yarık, tohuma benzeyen bir şey buldular. Oradan geçmekte olan biri çocukların elinde bunu gördü ve beş kapik verip satın aldı. Şehre götürüp, nadir bulunan bir şey diye çara sattı. Çar, bilgeleri çağırıp bu şeyin ne olduğunu söylemelerini emretti. Bilgeler düşündüler, taşındılar ama bu şeyin ne olduğunu bir türlü bilemediler. O sırada, pencere kenarında duran bu şeyi, bir tavuk pencereye sıçrayarak gagalamaya başladı ve ortasını oydu. İşte o vakit orada bulunan herkes, bu şeyin bir tohum olduğunu anladı. Bilgeler Çar’a bunun bir buğday tanesi olduğunu söyledi.
Çar şaşırıp kaldı. Bilgelere, bu tohumun ne zaman ve nerede yetiştiğini öğrenmelerini emretti. Onlar da kitapları karıştırdılar, uzun uzun düşündüler ama hiçbir şey bulamadılar. Çara gelip dediler ki:
-Maalesef, bu şey hakkında bir şey bulamadık. Kitaplarda da buna dair bir şey yazılı değil. Köylülerden sormak lazım. Bu tohumun ne zaman, nerede ekildiğini belki ihtiyarlardan biri bilir.
Çar, ihtiyar bir köylünün huzuruna getirilmesini emretti. Hemen bir ihtiyar bulup çara getirdiler.
Koltuk değneklerine dayanarak zor güç yürüyen bir ihtiyar huzura geldi. Çar tohumu ona gösterdi. Fakat ihtiyarın gözleri iyi görmüyordu. Bu yüzden biraz gözlerinin, biraz ellerinin yardımıyla tohumu tetkik etti.
Çar: Dedeciğim! Bu tohumların nerede yetiştiğini bilir misin? Sen, tarlana böyle bir buğday ektin mi? Yahut, ömründe hiç böyle bir şey satın aldın mı? Dedi.
İhtiyar sağırdı. Bu yüzden denilenleri zorlukla işitip anlayabildi. Sonra dedi ki: Hayır, tarlama böyle bir buğday ne ektim ne de biçtim. Satın da almadım. Ben, hep küçük tohum alırdım. Fakat babamdan bir soralım. Belki o, böyle bir tohumun nerede yetiştiğini bilir.
Çar, ihtiyarın babasını çağırtmak için hemen bir adam yolladı. İhtiyarın babası bir değneğe dayanarak çarın huzuruna geldi. Çar, ona da tohumu gösterdi. İhtiyarın gözleri oldukça iyi gördüğü için, tohumu adamakıllı inceledi.
Çar: İhtiyar, bu tohumun nerede yetiştiğini biliyor musun? Sen, tarlana böyle bir tohum ektin mi? Yahut da ömründe hiç böyle bir tohum aldın mı? Diye sordu.
İhtiyarın babası biraz ağır işitiyordu. Fakat yine de oğlundan daha çabuk anladı: Hayır, dedi. Ben böyle tohumu ne ektim, ne de biçtim. Satın da almadım. Çünkü bizim zamanımızda para diye bir şey yoktu. Herkes kendi ekmeğini yapardı. İhtiyaç olunca da aralarında paylaşırlardı. Böyle bir tohumun nerede yetiştiğini bilmiyorum. Bizim zamanımızda tohumlar bugünkülere göre daha büyüktü ama böylesini hiç görmedim. Babamın anlattığına göre, onların zamanında bugünkünden daha iyi, daha iri buğdaylar yetişirmiş. Bir de ondan sormalı.
Bunun üzerine çar bu ihtiyarın da babasını çağırtmak için adam gönderdi. Adamı bulup çarın huzuruna getirdiler. Adamcağız bir değneğe falan dayanmadan, gayet iyi yürüyordu. Gözleri oldukça iyi görüyor, kulakları da iyi işitiyordu. Konuşması da gayet düzgündü. Çar, ona tohumu gösterdi. İhtiyar tohumu evirip çevirdi; ona iyice baktı ve: Çoktandır bu buğdayları göremez olmuştum, dedi.
Sonra tohumu dişiyle ısırdı. Bir parçasını ağzına alıp çiğnedi.
* Evet, evet o dedi.
Çar: Anlat bakalım ihtiyar, dedi. Bu buğday ne zaman nerede yetişirdi? Tarlana böyle bir tohum ektin mi? Yahut böyle bir tohum satın aldın mı?
İhtiyar dedi ki: Bizim zamanımızda bu buğdaylar her yerde yetişirdi. Bunlarla hem kendimiz beslenir, hem de başkalarını beslerdik. Böyle buğdayları eker, böylesini biçer ve harman ederdik.
Çar: Söyle bana ihtiyar, dedi. Sen eker miydin, yoksa satın mı alırdın?
İhtiyar gülümseyerek: Bizim zamanımızda, ekmek alıp-satmak gibi bir günahı işlemek kimsenin hatırına gelmezdi. Hiç kimse para mara bilmezdi. Herkesin kendine yetecek kadar ekmeği vardı, dedi.
Çar ona sordu: Neredeydi?
Bizim zamanımızda toprak Allah’ındı. Nerede çift sürersem orası tarlam olurdu. Toprağı paylaşmak yoktu o zamanlar. Hiç kimse “benim tarlam” demezdi. Yalnızca emek için “benim” kelimesi kullanılırdı.
Çar: İhtiyar! Senden iki şey daha soracağım. Sorumun birincisi şu: Böyle buğdaylar eskiden yetişiyordu da şimdi niye yetişmiyor? İkincisi de şu: Torunun iki değnekle, oğlun bir değnekle yürüyor da sen niçin böyle sapasağlamsın, gözlerin cam gibi parlak, dişlerin sağlam, konuşman açık ve tatlı? Dedeciğim bunların nedenini anlat bana.
İhtiyar çara şöyle cevap verdi: Bunun sebebi şu: Çünkü insanlar kendi işiyle uğraşarak yaşamayı bıraktılar. Başkalarının işiyle uğraşır, başkalarının haklarına göz diker oldular. Eskiden, bugünkü gibi yaşanmazdı. Allah’ın emri doğrultusunda yaşanırdı. Herkes işiyle uğraşır, başkalarının işine göz dikmezdi. (1)
İşte hikâyedeki gibi, baştan sona hepimiz tohumlarımıza sahip çıkmayıp, GDO ve Emülgatör tahribatçılarına teslim olunduğunda, yetişecek nesiller, yorgun, bitkin ve hastalıklı genç ihtiyarlardan teşekkül edecektir. Araştırıp, soruşturmak ve gereğini yapmak hepimizin görevi olmalıdır.
SAĞLICAKLA KALIN.
Dipnot: 1) Lev N. TOLSTOY, İçimizdeki Şeytan, s. 40-42 Kaknüs Yayınları 5. Baskı 2011