İnsanların kan gruplarındaki çeşitlilik, İlâhî bir hikmetin ve yaratılıştaki mükemmel düzenin bir yansımasıdır.
Tıbbî açıdan hayatî önem taşıyan bu farklılık, kan nakillerinin güvenliğini sağlamakta, genetik çeşitliliği destekleyerek hastalıklara karşı direnci artırmakta ve insanların birbirine olan ihtiyacını, dayanışmanın önemini hatırlatmaktadır. Ancak, bu fıtrî çeşitliliğe yanlış anlamlar yüklenmesi, toplumsal önyargıların artmasının ve ayrımcılığın kaynağı olabilmektedir.
Japonya'da Hideto Koizumi tarafından yürütülen ve 2025 yılında yayınlanan "Sosyal İnşayı Ölçmek: Japonya'da Kan Grubu Ayrımcılığından Kanıtlar" başlıklı araştırma, bu tür önyargıların müşahhas olumsuz sonuçlarını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışma, Japon toplumunda yaygın olan kan gruplarına göre kişilik özellikleri atfetme eğilimini ve bunun özellikle B kan grubuna sahip kişiler üzerindeki yıkıcı etkilerini incelemiştir. Bu inanışa göre, B kan grubundakiler "bencil" ve "gecikmeye yatkın" gibi olumsuz sıfatlarla etiketlenmekte, bu durum evlilik oranlarında %5,4'lük bir düşüşe ve işsizlik oranlarında %2'lik bir artışa neden olmaktadır. Daha da çarpıcı olan, bu etiketlerin bir "kendini gerçekleştiren kehanete" dönüşmesidir. Sürekli olumsuz telkinlere maruz kalan bu kişiler, zamanla bu davranışları benimseyebilmektedir.
Toplumun kişiye sürekli olarak belirli olumsuz özellikleri atfetmesi (meselâ, B kan grubundaki Japon erkeklerine "kendi bildiğini okuyan/umursamaz" denmesi), kişinin zamanla bu etiketi içselleştirmesine ve gerçekten de o şekilde davranmaya başlamasına yol açabilmektedir. Gecikmeye yatkınlık gibi davranışların çocukluk yaşlarında ortaya çıkabilmesi, bu durumun acı bir göstergesidir. Keyfî ve sosyal olarak inşa edilmiş bir önyargı, sadece dış faktörleri kısıtlamakla kalmayıp, kişilerin benlik algılarını ve davranışlarını da manipüle edebilmektedir.
Bu mekanizma, astroloji temelli yargılardan eğitimdeki etiketlemelere ("tembel," "zeki", “cimri”, “cömert” gibi) kadar hayatın pek çok alanında gözlemlenebilir. Ya da "matematikte başarısız" denilen bir öğrenci, bu kalıba uygun davranmaya başlayabilir. Bu durum, toplumsal önyargıların kişinin kimliğini nasıl şekillendirdiğinin dramatik bir göstergesidir.
Koizumi'nin çalışması Japonya özelinde olsa da mutlak hâle getirilen stereotiplerin genel olarak ayrımcılığa yol açabileceğini göstermektedir. Bu tür toplumsal hastalıkların teşhisi ve tedavisi noktasında, Risale-i Nur Külliyatı önemli bir bakış açısı sunmaktadır. Said Nursî, eserlerinde bu "manevî ve psikolojik hastalıkların" kökenlerine iner ve çözüm yolları gösterir. Risale-i Nur, adalet, hakkaniyet, hüsn-ü zan (insanlar hakkında iyi düşünme) ve uhuvvet (kardeşlik) gibi temel İslâmî prensiplere vurgu yaparak, hiçbir ilmî veya ahlâkî temeli olmayan ayrımlara ve bunlara dayalı önyargılara karşı çıkar.
İnsanların kan grubu gibi özelliklerle etiketlenmesi, Allah'ın insana bahşettiği onura uygun değildir. Said Nursî'nin "İnsan, […] bütün esmâ-i İlâhiyeye bir aynadır" ifadesi, insanı dar kalıplarla tanımlamanın onun çok yönlü potansiyelini inkâr etmek anlamına geldiğini gösterir.
Koizumi'nin çalışmasındaki B kan grubuna yönelik etiketlemeler, Risale-i Nur'da eleştirilen su-i zan (kötü zanda bulunma) ile de örtüşmektedir. Su-i zan, toplumsal huzursuzlukların ve adaletsizliklerin kaynağıdır.
"Kendini gerçekleştiren kehanet" kavramı, Risale-i Nur'daki vehim (asılsız kuruntular) ve tesirat-ı hariciye (dış etkiler) kavramlarıyla ilişkilendirilebilir. Sürekli olumsuz telkinler, kişinin özsaygısını dinamitleyerek motivasyonunu kırar ve toplumun ona biçtiği olumsuz role teslim olmasına yol açabilir. Said Nursî’nin “niyetin mahiyeti değiştirdiği” tespiti, sosyal stereotiplerin insan davranışlarını nasıl şekillendirdiğini anlamada yol göstericidir.
Risale-i Nur, bu tür toplumsal hastalıklara karşı iman hakikatlerinin hayata geçirilmesini önerir. Allah'a ve ahirete sarsılmaz inanç, dünyevî ayrımlar yerine takva ve güzel ahlâk gibi temel değerlere odaklanmayı sağlar. İnsanların Allah katındaki değerinin geçici özelliklerle değil, iman ve salih amellerle ölçüldüğü bilinci, ayrımcılığın köklerini ortadan kaldırır. Ayrıca, müsbet hareket prensibi, yıkıcı eleştiriler yerine yapıcı, birleştirici ve çözüm odaklı bir tutumu öğütler.
Bediüzzaman Said Nursî, sosyal adaletsizliklerin çözümünü marifet (doğru bilgi ve her kişinin tekliğine saygı/vahidiyyet içinde ehadiyyet tecellîsi), muhabbet (sevgi, empati ve diyalog) ve adalet (liyakat ve hakkaniyeti esas alma) prensipleriyle özetler.
Sonuç olarak, Risale-i Nur perspektifinden bakıldığında, keyfî sosyal ayrımlar ve önyargılar, kişisel zararların ötesinde toplumun adalet ve huzur dengesini bozar, kişinin manevî gelişimini sınırlar. Bu tür olumsuzluklara karşı en güçlü kalkan; iman, güzel bakıp güzel görmek, ilim, adalet ve kardeşliktir.