Marifetullah, Risale-i Nur'da "bütün ulûm-u hakikiyenin [hakikî ilimlerin] esası ve madeni ve nuru ve ruhu" (Sözler, 23. Söz, 4. Nokta) olarak ifade edilmiştir. Tasavvuf düşünce sisteminde ise, ulaşılması gereken en yüce gayelerden kabul edilmiştir.
Bediüzzaman Mektubat adlı eserinde marifetullahı şöyle izah eder: “Katiyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir.”1
Lem’alar adlı eserinde de marifetullahı bizim anlayabileceğimiz şekilde akla kapı açarak şöyle izah eder: “Marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir:
Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkitle el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez.”2
Allah’ı tanımanın, O’nun marifetinde ilerlemenin sonu yoktur. Peygamber Efendimiz (a.s.) miraç mucizesinin son durağında, “Ben seni hakkıyla tanıyamadım” buyurmakla, marifetullahı elde etme yolunda ömrümüzün sonuna kadar bu yolda yürümemiz gereklidir. Çünkü, Ebedî saâdet ve huzûra ulaşmak için de en mühim vesîle mârifettir. Ancak insanlar tefekkür ve tahassüs ile mârifete ulaşırlar.
Kur'ân-ı Kerim’de; “Allah'ı hakkıyla takdir edemediler”3 ayeti, mârifetullah bilgisine işaret ettiği rivayet edilmektedir. Nitekim Ebû Ubeyde’nin, ayeti “Allah'ı hakkıyla tanıyamadılar, bilemediler” şeklinde açıkladığını görmekteyiz.4
Dipnotlar;
1- Mektubat, 20. Mektub, Mukaddime, s.218
2- Lem’alar, 17.Lem’a, 10. Nota,
3- En’âm Suresi, 6/91.
4- Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrût 1965, c.7, s. 37.