Hz. Bediüzzaman 25 . Söz olan “Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi “eserinin girişindeki bir dörtlüğünde cihan şümul mânâ doludur.
“Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?” derûnu mânaları ihtiva eden bu dörtlük yine bizi Kur’ân-ı Kerîm’e götürüyor. Makalemin serlevhası “emrolduğun gibi dosdoğru ol” Hud Sûresi 112. Âyettir. Hud Sûresi, 123 âyettir ve 3 âyet hariç tamamı Mekke’de nazil olmuştur.
Fahr-ı Kâinat, Hz. Muhammed Aleyhissalâtu Vesselâm Efendimiz bu sûrenin 112. Âyeti “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” nazil olunca buyuruyor ki “Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı.”1 Hz. Peygamberimiz (asm) 1444 sene önce doğmuş arzımıza teşrif etmişler, fakat bugün yeni doğmuş gibi taptaze bir Zât-ı Nuranidir. Aynen öylede, Leyle-i Kadirde nüzul eden, arştan arza inen Kur’ân-ı Kerîm’in her âyeti taptaze sanki dün nazil olmuş gibi. Bu hal hem Peygamberimizin (asm) ve hem de Kur’ân’ın nasıl bir mu’cize-i Rabbanî olduğunu gösteriyor.
Kur’ân-ı Kerim’de, sosyal ve içtimaî hayatımıza bakan 230 civarında Âyet-i Kerime vardır. Bir âyet bile bütün hayatımızı tanzim eder ve nûranî kılar. Yunus Emre’nin şeyhine hürmeten 40 yıl dağdan oklavanın düzgünlüğünde odun taşıması, Hz. Şeyh Abdülkadir-i Geylani Efendimiz’in genç yaşlarında kervan ile tahsile giderken yoldaki eşkıyaya, annesinin “Evlâdım Abdulkadir asla yalan söylemez” sözü üzerine, dikilen yeleğinden çıkardığı altınları vermesi ve akâbinde eşkıyaların hidâyete gelmesi, bizim irşad kürsilerimizin serlevhalarındandır. Kaynak, bu mezkûr âyetler..
Bütün bunların kaynağı, Kur’ân’ın sosyal hayata verdiği nuranî temel direkleri. Yalnız Müslümanlar için değil, bütün beşeriyet için bu çıkış yolunun kaybolması neticesinde hayat felç ve târumar olur. Nitekim büyük Üstad Hz. Bediüzzaman’a sorarlar “Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir? Cevap: Doğruluk. Sual: Daha? Cevap: Yalan söylememek. Sual: Sonra. Cevap: Sıdk, ihlâs, sadakat, sebat, tesanüd. Sual ..Neden? Cevap: Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfi değil midir ki, hayatımızın bekası imanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır?”2
Sad Sûresi 88 âyet ve 26. Âyeti Hz. Davud geliyor. Rahmeti sonsuz fakat taviz yok. Bunu okuyan, hayalen o asırlara giden gayr-ı Müslimler Müslüman oluyorlar. Yoksa Suriye, Mısır ve Irak’taki ve emsal eşkıyalara bakarak değil... Cenâb-ı Allah âyette diyor ki; “Ey Davûd! Biz seni yer yüzünde halife kıldık. O halde insanlar arasında adaletle hüküm ver ve keyfe tâbi olma ki, bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Muhakkak ki Allah yolundan sapanlar, hesab gününü unuttuklarından, kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.”3
Makalemizi Hz. Bediüzzaman’ın 1911 yıllarında Şam Emeviye Camii’ndeki hutbesinden bir cümle ile kapatalım. “Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış” Hz. Allah yarimiz olsun..
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Tefsîr-i Sûret- i; El-Hâkim, 2:343. H.Ş.
2- Münâzarât . B. S. Nursî.
3- Sad Sûresi 26. âyet.