Bir tevhid miftahı 1 ve Bismillah Risâlesi 2 olan Birinci Söz’de, “Bismillah” kelimesinin çeşitli vasıflarının yanında bir de “ne büyük tükenmez bir kuvvet 3 ” olduğu vurgusu yapılır.
Bismillah neden büyük bir kuvvettir? Ya da Bediüzzaman’ın kuvvet telâkkisinin kaynağı nedir? Birinci Söz’de, “Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden iki adam” hikâyeciğinde, yolculuk için gerekli şartın “bir kabile reisinin ismini almak ve himayesine girmek” olduğu görülür. Bu himaye niçin gereklidir? Bunun da sebebi, hemen akabinde “şakîlerin şerrinden kurtulmak, hâcâtını (ihtiyaçlarını) tedarik etmek” olarak karşımıza çıkar. Demek ki, bu seyahatte bir güvenlik problemi vardır. Sınırlı olan ferdî gücümüz bu tehlikelere karşı koymaya kâfi değildir. Aksi halde sonuç bellidir: ”Hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olmak.” Risâle-i Nur’un birçok yerinde başvurulan ikili akış sistemi 4 üzerine kurulan hikâyecikte, çölde seyahate çıkan iki adamın farklı özelliklerinden meydana gelen farklı sonuçları görürüz: Bu adamlardan biri mütevazi, diğeri ise mağrurdur. Mütevazi olanı, bir reisin ismini alır; ve böylece her yerde selâmetle gezer, eşkıyalar ona ilişemezler. O'nun namıyla hareket ettiği için gittiği her yerde hürmet görür. Bir reisin ismini alma ihtiyacı duymayan mağrur yolcu ise, seyahatinde tarif edilmez belâlar çeker. Bütün korktuğu şeyler karşısında titrer, onlara dilencilik edip zelil ve rezil olur. Hikâye hakikate tebdil edildiğinde, insanoğlunun dünyadaki hayat yolculuğu çıkar karşımıza… Yolcu bizizdir; dünya ise bir çöldür. Aczimiz, fakrımız hadsizdir. Düşmanımız ve hâcâtımız nihayetsizdir. 5 Öyleyse bu ahvâlde yapacağımız, bu dünyanın Malik-i Ebedî ve Hâkim-i Ezelîsi’nin ismini almaktır. Böylece, Bediüzzaman’ın orijinal ifadesiyle “senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip, Kadîr-i Rahîm’in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar.” 6 Burada, sonsuz acziyle ve sonsuz fakrıyla beraber avantajlı tarafın, mütevazi tarafın olduğu gerçeğinden hareketle, kuvvet kavramının temel kaynağı da aslında belli olmuştur. Bediüzzaman’ın kuvvet telâkkisi tamamen ihlâs yörüngelidir.7 İhlâsta temel ölçü, Allah rızasıdır. Bir anlamıyla da “Allah adına” hareket etmektir. Bu yüzden de ihlâs, “en büyük bir kuvvet” 8 olarak karşımıza çıkar. İhlâs Risâlesi’nin girişinde “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde” 9 diye başlayan vurgunun devamında, ihlâsın hususiyetleri nazara verildikten sonra aslında bu özelliklerin dışında ihlâsta “çok nurlar ve çok kuvvetler”in 10 var olduğu belirtilmektedir. Hemen akabinde ise, “…bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde bizler gayet az ve zayıf ve fakir ve kuvvetsiz olduğumuz” 11 gerçeği dile getirilir. Hâlbuki “gayet ağır ve büyük ve umumî ve kudsî bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’âniye omuzumuza ihsan-ı İlâhî tarafından konulmuş.”tur. 12 Ancak, “Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir.” 13 Öyleyse, ihlâs gibi bir kuvveti, elbette ve herkesten ziyade, bütün kuvvetimizle kazanmaya mecbur ve mükellefizdir. 14 Öte yandan “Üçüncü Düstur”da “Bütün kuvvetinizi ihlâsta ve hakta bilmelisiniz.” 15 der Bediüzzaman. Bu iki kavramda öyle bir sır vardır ki, “Haksızlar dahi, haksızlıkları içinde gösterdikleri ihlâs ve samimiyet yüzünden kuvvet kazanıyorlar.” 16 Burada “hak” kavramının anlamı “batılın zıttı, doğru olan, gerçek olan”dır.17 Öyleyse, Kur’ânî hakikatlere olan samimî bağlılığın manevî kıymeti ve kuvveti de o derece anlamlı ve büyüktür. “Bu hizmetimizde bir parça ihlâs, bu dâvâyı ispat eder ve kendi kendine delil olur.” 18 diyerek, şu örneği verir Bediüzzaman: “…yirmi seneden fazla kendi memleketimde ve İstanbul’da ettiğimiz hizmet-i ilmiye ve diniyeye mukabil, burada, yedi sekiz senede yüz derece fazla edildi. Hâlbuki, kendi memleketimde ve İstanbul’da, burada benimle çalışan kardeşlerimden yüz, belki bin derece fazla yardımcılarım varken, burada ben yalnız, kimsesiz, garip, yarım ümmî; insafsız memurların tarassudat ve tazyikatları altında, yedi sekiz sene sizinle ettiğim hizmet, yüz derece eski hizmetten fazla muvaffakiyeti gösteren mânevî kuvvet, sizlerdeki ihlâstan geldiğine katiyen şüphem kalmadı.” 19 Üçüncü Düstur’un sonundaki haşiyede ise şöyle denir: “Evet, sırr-ı ihlâs ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi, korkulara, hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-i istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile, rıza-yı İlâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde kardeşleri adedince ruhları olduğundan, biri ölse, ‘Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar. Zira o ruhlar her vakit sevapları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden, ben ölmüyorum’ diyerek, ölümü gülerek karşılar. Ve ‘O ruhlar vasıtasıyla sevap cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum’ der, rahatla yatar.” 20 Aslında, ihlâs bir “sır”dır. Bediüzzaman Hazretlerinin, İhlâs Risâlesi’nin en azından “lâakal” on beş günde bir okunmasına dair tavsiyesi de bu sırlara vâkıf olma adınadır. "Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en büyük bir kuvveti” elde etmenin sırları da dört adet düsturların içinde saklıdır. "Ahiret kardeşleri ve hizmet-i Kur’âniyede arkadaşlar” olarak buna mecbur ve mükellefiz.
Dipnotlar:
1- Barla Lâhikası, s. 94.
2- Şuâlar, s. 1131.
3- Sözler s. 15.
4- Bu sistem, “Her şey zıddıyla bilinir.” hakikatine ya da muvazene/mukayese tarzına dayanmaktadır. (Karanlık olmazsa ışık, soğuk olmazsa sıcaklık anlaşılmaz; İman ve küfür muvazeneleri, hidayet ve dalâlet mukayeseleri… gibi.)
5- Sözler, s. 16.
6- A.g.e. s. 16.
7- Sonsuz Gücün Anahtarı, Besmelenin Esrarı, Yeni Asya Neşriyat, s. 92.
8- Lem’alar, s. 389.
9- A.g.e. s. 389.
10- A.g.e. s. 390.
11- A.g.e. s. 390.
12- A.g.e. s. 390.
13- A.g.e. s. 390.
14- A.g.e. s. 390.
15- A.g.e. s. 393.
16- A.g.e. s. 393.
17- Yeni Lügat, Abdullah Yeğin, 3. Baskı, Yeni Asya Yayınları, 1975.
18- Lem’alar, s. 393.
19- A.g.e. s. 393.
20- A.g.e. s. 393.