Aşkın nağmesi dilime, tadı damağıma düştüğünde, hep Anadolu gelir aklıma. Bu iki kelime zihnimde aynı yerde, aynı dokuda sanki. Belki başka kültürleri yeteri kadar tanımayışım, belki de Anadolu’ya olan özlemimdir bana bunu düşündüren.
Anadolu’da her şey aşk ile yapılır. Düğün dernek kurulur, yemekler yapılır, ikram edilir. Şifa olur, muhabbet, huzur olur. Gençler aşk ile askere gönderilir. Gurbet koklanır buram buram, hasret içilir yudum yudum.
Diyarbakır sokaklarında gezerken uygun bir otel var mıdır yakınlarda diye soramazsınız. Tutar kolunuzdan evine götürür bir amca sizi. Reddedilmeyi hakaret bilir. Evinde ne var ne yok düşünmez, neyi varsa onu koyar ortaya.
Urfa’ya uğrarsanız çiğ köfte yedirmek için dana keser. Evin, çocukların ihtiyaçları için duran eldeki tek danadır o, yürek yarısı. Ama sonucunu düşünmez. Misafire ikram azizdir çünkü, herşeyin üzerindedir.
Tambur ile tamburî aşıktır birbirine. Aşk ile çalınır o tambur, aşıklara sevgiliden haber getirir sesi. İşte bu sebeple Tamburi Cemil Bey ölür de, tambur patlar aynı anda.
Kilimlere ilmek ilmek aşk dokunur; hasret, sadâkat dokunur mahcubiyetle.
Annemiz savaş sonrası babamızdan haber alamaz. Evden kardeşlerimize, babanız gelirse diye not bırakarak çıkar. Son nefesini de hoş geldin efendi diyerek teslim ediverir.
Anadolu’da her yuva aşk ile kurulur. Her erkek Mecnun’dur, Kerem’dir, Ferhat’tır. Bazıları gerçekten Kerem’dir, bazıları da aşkları ile Kerem olurlar.
Bizim oralarda da bir Kerem vardı. Asıl adı unutuldu gitti. Yeni yetmeler bilmezler. Oysa kucaktaki bebeler bile onun hikâyesi ile büyürdü. Ama kendisi hiçbir şey anlatmadı. Aşk kelimeler ile ifade edilemez zaten. Hâl olmadan kâlin ne anlamı vardır ki... Rüzgâr anlamını taşıdı aşkının, yağmurlar efsununu yağdırdı insanların üzerine ve yıldızlar sırrına göz kırptı. Gönüller çarpmaya, kulaklar fısıltıları duymaya başladığında anladı herkes hâlini.
O, ne sevdiğinden uzakta olmaya razı gelebildi, ne de yakın olmaya lâyık gördü kendini. Bu konuda kalbi bir kuşun kalbi gibi tir tir titrerdi. Öyle titrerdi ki, duvarlar ritim tutardı buna, kuşlar nağme katardı. Rüzgâr ifil ifil eserken onun sevdasını ulaştırdı ihtiyaçlı gönüllere.
Dağlara, taşlara sevdasını yazmak istedi. Oturdu Aslı’m dedi, kalktı Aslı’m... Her şey ona Aslı’sından haberdi, her şey Aslı için bir sebeb... Herkes bilsin dedi Aslısını, herkes tanısın. Güneş Aslı için doğardı, yağmur onun için dökerdi katrelerini.
Kara sevda idi onunkisi. Kavuşmak ahirete kalmıştı. Bu sevdayı anladığını sananlar da anlamadılar. Anlamayanlar deli dediler. Gösteri yapıyor diye düşündüler. Aslı da kimmiş bilemediler.
Bilmem ki eskiyi mi yazdım, özlemlerimi mi yoksa? Aslımızı kaybettiysek ne kazandık ki? Yaşanmış bitmiş, ütopyalarda kalmış mı demeli, yoksa aslımızı mı aramalı?
Aşk olmasa aşıklar, Aslılar olmasa Anadolu, Anadolu olur muydu?