Dünyalık bir makama-mevkiye sahip olmanın ötesinde yarım ümmi sayılabilecek bir okuma-yazmaya malik olmasına rağmen, Nurlardaki hakikatlere olan vukufiyetine diyecek yoktu bu ağabeyin.
İlerlemiş yaşına rağmen şevkle ve heyecanla hizmetten hizmete koşardı. Belirgin olan bu meziyetlerinden dolayı; hemen her şakirt anlamakta zorluk çektiği meseleleri anlamak için gidip bu ağabeyden sorup öğrenmeye çalışırdı.
Üstad’ın, zaman şahıs zamanı değil; şahs-ı manevi zamanıdır... Söylenen her sözün kalbe girmesine yol vermeyeniz... Mihenge vurmadan kabul etmeyiniz gibi dikkat çekici ikazlarını her nedense bazı ağabeyler dikkate almıyor; işin kolayına kaçarak merak ettikleri suallerin cevaplarını Nurlardan almak yerine ağabeyden öğrenme yolunu tercih ediyorlardı.
Farkına varmadan, istemeyerek de olsa neticede Nurlardaki hak ve hakikatlerle örtüşmeyen yanlış anlamalara yol açıldı maalesef.
Askerî cunta 12 Eylül 1980’de meşru iktidarı silah zoru ile alaşağı ettikten sonra menfur emellerine ulaşmada en büyük mani olarak gördükleri Nur camiasını etkisiz hale getirmek için bazı sinsi planlar yaptılar. İç bünyede bazı ihtilâflar çıkarmak için hemen her yerde cemaat üzerinde sözleri kabul gören ağabeyleri yanıltarak yanlarına aldılar maalesef.
İşte bunlardan birisi de yazımın başında bahsini ettiğim merhum ağabey. Ağabeyin geleceğini duyan hadimler dershanede merakla ve heyecanla ağabeyin söylediklerini tasvip imalarıyla dinlemeye başladılar.
Saygıda kusur etmediğimiz, bugüne kadar Risale-i Nurlardaki hak ve hakikatler, ölçü ve prensipler ışığında bize tavsiyelerde bulunarak yol gösteren ağabeyin her nedense bugüne kadar söylediklerinin hilâfına, Nurlardaki ölçülerle örtüşmeyen sözlerinden ve tavsiyelerinden ciddî manada rahatsız oldum; o ortamda ağabeye itiraz etmenin de doğru olmayacağını düşünerek çareyi oradan ayrılmakta buldum.
Tevafuğa bakın ki ben dershaneden çıkar çıkmaz, jandarma baskın yaparak ağabeyi ve dinleyicilerin büyük bir bölümünü gözaltına alıp sabahleyin de mahkemeye sevk ettiler.
Bu üzücü haberi alır almaz derhal adliyeye gittiğimde mahkeme salonunda ağabeyin ile yanındaki kardeşlerin yorgun ve perişan halleri haliyle beni derinden yaraladı. Bu arada ağabey bana, “Hüseyin kardeş sen dershaneyi terk eder etmez; jandarma geldi… Ya senin bir bildiğin var veya sende bir keramet var...” deyince; ben de; “Kabulü mümkün olmayan konuşmalarınız, tavsiyeleriniz herhalde Gayretullah’a dokundu ki bu musibete maruz kalındı” diye mukabelede bulundum. “Beşer zulmeder; kader adalet eder” hakikatini o anda söylemeyi uygun görmeyerek; “Ağabey, benim olup bitenden ne haberim var ne de bende herhangi keramet var...” diyerek geçmiş olsun temennilerinde bulundum.