"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ölmek istemiyorum... (1)

Hüseyin Kıymık
09 Mart 2021, Salı
Ölüm; aslında bütün insanların zihinlerini meşgul eden ve her an karşılarına çıkabilecek bir gerçek ve yarınki günün gelmesi kadar da kesin... İnsanlar var oluşlarından itibaren hep ölümden korkmuş ve ölümsüzlüğe çare aramışlardır. Ama nafile...

Vicdanlarındaki “ebed”duygusunu bir türlü bastıramamışlardır. Bazıları sağlıklı ve genç iken ölüme meydan okur gibi görünseler de, bir hastalık veya bir musîbetle karşılaşınca tir tir titrerler.

O zaman ölüm nedir veya ne değildir? Bunu temsili bir hikâye ile anlamaya çalışalım...

Yer; Sivas cezaevi... Yıl; Bin dokuz yüz yetmiş iki... Kars’tan sürgün olarak gelen bir idam mahkûmu... Adı; Tahir. Suçu; seri cinayet... Yaşı; Kırk. Hücresindeki devam eden çığlığı; yeri göğü inletiyor... Daracık hücresinden yükselen sesi hapishanenin kalın duvarlarını aşıyor... Gardiyanlar, her ne kadar ülfet peyda etmeye çalışsalar da çok rahatsız oluyorlar...

- Ölmek  i s t e m i y o r um...

Başını hücrenin demir kapısına ve beton sıvalı sert duvarlarına vura vura her tarafta kan izleri meydana gelmiş... Ayakları ağır prangaların etkisiyle yara-bere içinde...

Birde hücrenin loş ışığı ve pis lağım kokusu var ki dehşet verici...

- Yok olmak  i s t e m i y o r u m....

Nöbetçi iki gardiyan birbirleriyle konuşuyorlar... Zavallının birde idam cezasının meclisteki tasdikinden haberi olsa....

- Hiç olmak  i s t e m i y o r u m... Sevdiklerimden ayrılmak  i s t e m i y o r u m..

Sesi bazan çığlık, bazen de kısık bir inilti şeklinde...

- Dünyaya gelmeme vesile olan yaşlı Anne ve babamdan sonsuz bir ayrılığa  d a y a n a mıyorum... Dünya güzeli eşimden ayrılmak  i s t e m i y o r u m... Hele, birinin yaşı daha on iki, diğerinin ise on sekiz olan çocuklarım Ayşe ile Ferdi’den ayrılmaya nasıl dayanayım... Dünyayı ve içindekilerinin tamamını çok seviyorum, onlardan ayrılığını bile düşünemiyorum. İdamın getireceği bütün bu ayrılıklara kahroluyorum...

Adeta yeri ve göğü inleten bu feryat ve kahredici inilti, idam olmadan çok daha acı...

Yüz kere ve bin kere ölmek her halde buna derler...

İtikatsız bir bakışla ölümü; idam, hiçlik, fena, inkıraz, sönme, ebedî ayrılık, yok olma, tesadüf ve tabiî bir olay gibi görerek kabul etmek; işte bu durum Cehennemden bin beter bir hal... Aslında bu vaziyet aklını kullanan ve sorgulayabilen itikatsız bütün insanlığın acı bir durumu...

Gecenin dördü... Hapishane de bir hareketlilik... Bir hâkim, Cumhuriyet savcısı, zabıt kâtibi, avukat, doktor, cellât ve bir de din görevlisi... Müdürün odasında bir araya geldiler, iki gardiyanda oradaydı... İnfaz için hapishanenin avlusuna idam sehpası da kısa sürede kuruldu... Müdür gardiyanlara mahkûmu getirmelerini emretti...

İki gardiyan hücrenin büyükçe asma kilitli demir kapısını açtıklarında Tahir’i benzi tam bir ölü benzine dönmüş yerde adeta yarı baygın şekilde gördüler...

- Haydi gidiyoruz...

- Nereye?

Gardiyanların sessizliği, Tahir’i iyice dehşete düşürdü... Öyle bir çığlık attı ki;

- Hayır! ölmek istemiyorum... Yok olmak istemiyorum... Dünyadan ve sevdiklerimden ayrılmak istemiyorum...

Bu çığlık hapishanedeki bütün mahkûmları uyandırdı... Gardiyanlar mahkûmu ayaklarındaki prangalarıyla sürürcesine toplantı salonuna getirdiler... Tahir yarı iniltili bir şekilde sayıklarcasına hem sözlerine devam ediyor ve hem de ağlıyor...

Tahir’in durumu hocayı bir hayli etkiledi. Mahkûmun inilti halindeki sözlerinden inançsızlığın veya inanç zafiyetinin acısını çektiğini anladı. Son anında ona nasıl bir yardımı dokunabilirdi. Dünya hayatı tamam bitti de, ya ahiret hayatı, zavallı onu da bitirmiş...

Hoca son bir nasihat yapmak istiyor, kim bilir belkide bu nasihatla ebedî hayatını kurtarmaya vesile olabilirim diye düşünüyor. Tamam da heyeti nasıl ikna edecek, heyet yarım saatlık bir müsaade verirler mi?

Ben vazifemi yapayım, gerisi Allah’a ait diyerek: Sayın heyet, mahkûmla beraber yarım saatlığına müsaade istiyorum. Heyettekiler önce hocaya baktılar ve “bu ne diyor yahu dercesine” sonra birbirine bakıştılar... İçlerindeki hâkim bir hayli yaşını başını almış ve vicdan sahibi biriydi...

Hocaya dönerek: Ne yapacaksın hoca, yoksa mahkûmu kaçıracak mısın?

- Yok sayın hâkimim mahkûmun iniltili sayıklamasından anladımki dünya hayatı gittiği gibi ebedî hayatı da gidiyor... Ne olur son bir fırsat istiyorum, belki imanlı gitmesine sebep olabilirim...

Hâkim vicdanına ve yetkisine dayanarak teamülleri de alt-üst edip, savcının bütün itirazına rağmen, gereken tedbirlerin alınarak yan odaya geçmelerine müsaade etti..

Bir masada hoca ve mahkûm karşı karşıya...

Hoca söze başladı: - Allah beterinden korusun...

- Ne diyorsun sen hoca? Yoksa benimle dalga mı geçiyorsun? Bundan beteri mi olur?

- Daha ne beterinden bahsediyorsun?

Hoca: Daha beterini iniltili sözlerinle söyleyip duruyorsun ya... Baksana ölümü, yokluk, hiçlik, inkıraz, karanlık bir âleme gidiş ve bütün sevdiklerinden ebedî bir ayrılık olarak görüyorsun, iniltilerinden onu anladım, öyle değil mi?

- İşte bu beterin de beteri...

- Peki sence öyle değil mi?

- Değil....

- Öyle ise ne?

- Bak baştan başlıyorum, beni dikkatlice dinle ve anlamadığın yerde de hemen sor...

- Üzerinde bir elbise var, bu elbiseyi diken bir terzinin olmaması mümkün mü? 

- Hayır...

- Peki o elbisenden çok daha mükemmel olan vücudunu en güzel bir şekilde saran şu deri elbisenin bir terzisi yani ustası olmaz mı? 

Bir iğne bile ustasız ve bir harf kâtipsiz olmazken şu derinin altındaki; ciğerlerin, midenin, bağırsakların, kalbin ve böbreklerin ustasının olmaması mümkün mü? 

- Ya ellerin, ayakların, kulakların, ağzın, dilin ve gözlerin...

- Bunlar kendi kendine mi oldu? 

-Ya da bunları kör, sağır, akılsız ve iradesiz olan sebepler mi, tabiat mı yaptı?

- Elbette bütün bunları, kâinatı ve içindekileriyle birlikte yaratan sonsuz güce, iradeye, ilme merhamet ve hikmete sahib olan bir Allah vardır..

- Peki hocam, yarattığı kulunu, çok acı bir şey olan, ölüme neden mahkûm ediyor? 

- Bu bir zulüm olmuyor mu?

- Ölümün gerçek yüzünü bilmediğin için böyle söylüyorsun...

- Peki neymiş gerçek yüzü?

- Senin dünyaya gelişin Allah’ın yaratması ve takdiri ile olduğu gibi, dünyadan gitmende aynı şekilde Allah’ın yaratması ve takdiriyledir...

- Ölüm, aslında bir yükseliş ve bir üst mertebeye geçiştir...

- Nasıl yani...

- İlk baharda toprağa pek çok tohum ve çekirdekleri atıyoruz; bunlar güya toprak altında ölürcesine yok oluyorlar...

- Evet...

- Ancak kısa zaman sonra görüyoruzki bunlar bir üst mertebeye yükselerek sümbül oluyorlar...

- Yine bitkiler; hayvanlara birer yem olarak adeta ölüyorlar, ancak hayvanlarda bir vücut haline geldikleri için bir üst mertebeye yükseliyorlar..

- Bizim gıda olarak aldıklarımızın tamamı midemizde ölümleriyle bir insan şekline gelmiyor mu?

- Peki şimdi düşünelim! İnsandan katbekat aşağı bir derecede olan tohumların, çektirdiklerin, bitki ve hayvanların görünürdeki ölümleriyle Cenab-ı Hak onları daha güzel bir üst mertebeye çıkarır da, kâinatın en kıymetli bir varlığı olan insanı ölümüyle yokluğa mı gönderir, yoksa onu, daha güzel ve daha parlak bir mertebeye mi yükseltir, haydi şimdi sen söyle... —Devamı yarın—

Okunma Sayısı: 2833
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • M.can

    17.3.2021 15:05:44

    Devamı yarın idi diyecektim...

  • Yasin yaşar Cevizli

    11.3.2021 13:46:54

    Ders alınacak ibretlik bir yazı olmuş.Allah razı olsun.Devamı ne Zaman yayınlanacak

  • Murat Doğan

    10.3.2021 23:43:57

    Güzel bir yazı ancak 'devamı yarın' diye not düşmüssünüz...

  • Musa

    9.3.2021 21:30:31

    Allah razı olsun çok güzel bir yazı

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı