Avrupa Birliği demokrasi, hukuk ve refah projesidir. Birlik, üye olmak isteyen ülkelere bu projeyi (Kopenhag Kriterleri) kendi devlet sistemlerinde uygulamalarını şart koşar.
AB, Türkiye’yi “Gel üyemiz ol” diye çağırmadı. Bilakis biz ülke olarak menfaatimiz için birliğe üye olmak gayesiyle müracaat ettik. Talebimiz kabul edildikten sonra, istenen demokrasi ve hukuk reformlarının bir kısmını yapınca ülkemiz içte ve dışta çok şeyler kazandı; AB rüzgârıyla her şeyden önce maddî- manevî kalkınmasının önünde en büyük engel olan Kemalist askerî ve yargı vesayet büyük ölçüde kırıldı.
AB desteğiyle nispeten hak ve hürriyetlerin önü açıldı. Avrupa ülkeleriyle olan ticaret hacmi, beklenenden daha yüksek bir düzeye yükseldi. Demokratik haklar ve özgürlükler alanında ilerlemeler kaydedildi. Ülkemiz Ortadoğu’da ve dünyada Demokrasi ve kalkınmada örnek gösterilen bir ülke haline geldi. Hatta komşumuz Suriye lideri Esat bile o zamanlar “AB’ye Komşu olacağız” diye sevinmişti.
2010’dan sonra siyasî rüzgârlar ters esmeye başladı. Demokrasi ve hukuk rafa kaldırıldı. AB’nin istediği reformlar askıya alındı. Bu mesele ile ilgili Avrupa’dan gelen uyarılara Diplomasi nezaketiyle uyuşmayan sert karşılıklar verildi.
TÜRKİYE AB’DEN KOPARSA ZARAR EDER
Şimdi de Birliğin Avrupa Parlamentosunun ülkemizle ilgili gerçek durumu yansıtan raporu gerekçe gösterilerek, bizim lehimize olan taleplerin yerine getirilmesi gerekirken birinci ağızdan AB’den ayrılma tehdidi savruluyor.
Türkiye’nin bu işten vaz geçmesi durumunda aşağıdakilerin olması kuvvetle muhtemeldir:
- Avrupa gözünde Türkiye, demokrasi ve insan haklarının olmadığı, tek adam rejimiyle yönetilen ülke olarak tanınacak.
- Avrupa Konseyi Türkiye’nin üyeliğini iptal edecek. Bunun manası ülkemize siyasî ve ekonomik yaptırımlar uygulanacak, Birlik ile olan ticarî ilişkiler en aşağı seviyeye inecek. Derin bir krize saplanan ekonomi daha çok berbat olacak.
- Muhtemelen Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması gündeme gelecek. Ülkemiz NATO’dan ihraç edilirse büyük bir dış güvenlik şemsiyesinden mahrum kalacak.
- Turizm sektörü ağır bir darbe yiyecek.
- Muhtemelen iç ve dış fesat odakları, toplumsal huzuru bozmak için ülke içinde terörü azdıracaklar. Buna paralel olarak devlet halkı canından bezdirecek baskı siyasetini daha şiddetli bir şekilde uygulamaya koyacak.
Yukarıda yaşanması muhtemel olumsuzluklar karşısında insanlar cennet gibi bir ülkede cehennem hayatı yaşamak zorunda kalır. Bu da hâkim idareciler için iyi bir durum değildir.
Son söz: Çare devleti yöneten siyasîlerin, kendilerini kuşatan öngörüsüz müsteşarları değil, akil ve uzman diplomatlarla istişare yaparak demokrasi ve hukuka geri dönmeleri, AB ile bizim menfaatimize olan ilişkileri en kısa zamanda onarıp canlandırmaya çalışmalarıdır.