Türkiye’nin AB’ye, AB ülkelerinin de Türkiye’ye muhtaç olduğu bir hakikattir.
Ülkemizin AB üyelik süreci her iki tarafın menfaatinedir. Ancak her iki tarafta, bu sürece taraftar olanlar kadar, onu sabote etmeye çalışanlar unsurlar vardır. Türkiye, AB’nin yardımı olmadan kendi dinamikleriyle içine sokulduğu Kemalist kıskaçtan arınarak, hürriyetçi demokrasiye geçmesi çok zordur. Avrupa ülkelerinin de, İslam âlemine ve onların geniş pazarına Türkiye köprüsü olmadan ulaşmaları pek kolay değildir.
AB’Yİ İSTEYENLER VE İSTEMEYENLER
Hariçte Rusya, Çin, Orta Doğudaki tek adam rejimleri, ülkemizin demokratikleşerek AB’ye girmesini istemezler. Onlar, bağımsız bir meclis, adil ve tarafsız bir yargı ve hür bir basın yerine, menfaatleri için tek adam rejimiyle her şeye tek başına karar veren bir lidere muhatap olmak isterler.
Dâhilde Türkiye’nin bir an evvel AB’ye girmesini, girmese dahi onun standartlarına yükselmesini Ahrar/demokratlar ve sosyal demokratlardır.
Ülkemizde AB sürecini zinhar istemeyen ve sabote edenlerin başında, devlet yapılanmasında ağırlığı olan Kemalistlerdir. Bunlar, AB üyeliğinin gerçekleşmesi durumunda, ideolojilerinin iflas edeceğini, kanun, tüzük ve yönetmenliklerle devlet idaresinde haksız olarak sahip oldukları ağırlıklarının yok olacağını çok iyi bilmektedirler.
AB projesini ret eden diğer bir kesim; demokrasinin küfür rejimi olduğunu iddia eden dinde hassas, muhakeme-i akliyede noksan bazı dinî gruplardır. Bunlara göre proje gerçekleşirse ülkemizde din elden gidecek, Müslüman kimliğimiz kaybolacaktır. Bu endişe yersizdir. Zira Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu âdetler ülkemize cebren sokulmuştur. Eğer bu iş olursa biz onların fen, sanat ve teknolojilerini, onlardaki bizim malımız olan hak ve hürriyetler gibi insanî değerleri almış olacağız.
Diğer bir grup Türkçüler ile Kürtçülerdir. Bunlara göre bu iş olursa, Türkiye demokratikleşecek, hukukta herkes eşit olacak, onlara ırkçılık yapacak istismar alanı kalmayacaktır.
İKİ AVRUPA GERÇEĞİ
Üstad Bediüzzaman, Avrupa’nın Homojen/hepsi aynı fikirde olmadığını, iki Avrupa cereyanı bulunduğunu beyan etmektedir. Onlardan biri; hakiki Hıristiyanlık dininden aldığı feyz ile fen, sanat, teknoloji ve demokratik değerlerle insanlığa hizmet eden Birinci Avrupa cereyanıdır. Kendisinin birinciye değil ikincisine karşı olduğunu ifade etmektedir. (Lem’alar, 2017, s.208 vd.)
Avrupa’daki birinci cereyan mensupları, 1950’de tek parti istibdadından kurtulup demokrasiye geçmemize yardım etmişlerdi. 2000’lerin başında onların desteği olmasaydı, mevcut hâkim siyasîlerin, yargı ve asker vesayetinden kurtulmaları pek mümkün olmayacaktı. Diğer Avrupa cereyanı, tabiat felsefesinden aldığı güçle dinsizliği, ahlaksızlığı küresel çapta yaygınlaştırmayı hedef aldığından Türkiye’nin istibdattan ve fakirlikten kurtulup demokratikleşmesini istememektedirler.
Son söz: Türkiye’nin idarecileri, hamasi meydan okuyuşlarla AB’den (Kopenhag Kriterlerinden) vaz geçip Ankara Kriterleriyle yola devam edebileceklerini ilan etmeleri, onların ve ülkenin hayrına değildir. Ankara Kriterleri demek; demokrasiden, hukuktan ve hürriyetlerden vaz geçip, ülkeyi maddi manevî yönden geri bırakan Kemalizm’e esir olup, mutsuz, huzursuz çatışma içinde fakir bir hayat yaşamaya devam etmek demektir.