Tarihte yerini almış, her biri bir İslâm devleti olan Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve Osmanlılar, -istisnalar hariç- âlimlere, din eğitimi ve hizmeti yapan medreselere, müesseselere müdahale et- memişlerdir. Bilâkis bu devletler gerektiğinde kar- şılıksız olarak onlara kolaylıklar sağlamışlardır.
Günümüzde birinci sınıf bir demokrasi ile yönetilen ABD, İngiltere, Almanya gibi Batı ülkelerinde din hizmeti yapan kiliseler ve İslâmî kuruluşlar, özerk olup devletten bağımsız olarak çalışmaktadırlar.
Orada devlet, demokratik laikliğin gereği olarak din işlerine ve faaliyetlerine müdahale etmez, dinî grupları kontrol ve baskı altına almaz, aksine gerektiğinde hiçbir karşılık beklemeden onlara kolaylıklar sağlar, başarılarından dolayı onları tebrik eder.
KEMALİST SİSTEM DİNÎ YAPILARI ETKİSİZLEŞTİRİYOR
Ülkemizde ise, ne yazık ki devletin işleyişi gerçek bir demokrasiye göre değil baskıcı, otoriter, laikliği dinsizlik şeklinde anlayan ve uygulayan Kemalizm sistemine göre olmaktadır.
Kemalizm ise, her grubu ve faaliyeti devletleştirerek kontrolüne almak istemektedir.
Bu yüzden sistem ve onu uygulayan demokrat olmayan idareciler, din hizmeti yapan cemaat ve tarikatları, hatta Diyanet Teşkilâtını dahi bir türlü rahat bırakmamaktadırlar. Onları kendilerine biat ettirmek ve kontrollerine almak için her yolu denemektedirler. Onlardan kimisini devlet imkânlarıyla besleyerek, kimisini korkutarak etkisiz hale getirmektedirler.
Onlar, Yeni Asya gibi ihlâslı, hasbî, bağımsız hizmet yapmak isteyen grupları, aralarına fitne – fesat sokarak hizmetlerini etkisiz hale getirmek istemektedirler.
Oysa toplum, devletin kontrolünde yapılan dinî hizmetlerden pek haz etmemektedir. 80 bin cami, 150 bin personeli olan devasa Diyanet Teşkilâtı’nın varlığına rağmen, toplumda korkutucu iman ve ahlâk buhranı yaşanması nasıl izah edilebilir?
Son zamanlarda sistemin hedeflerine hizmet eden bazı kesimler, bir tarikat şeyhinin sergilediği akla ziyan yanlış bir davranışı sebebiyle, suçun şahsiliği prensibini göz ardı ederek diğer bütün cemaat ve tarikatlara düşmanca bir algı operasyonu yürütmektedirler. “Cami cemaati yeter, cemaat ve tarikatlara ihtiyaç yoktur” anlayışını toplumda yaygınlaştırmaya çalışmaktadırlar.
BAŞARILI DİNÎ HİZMETLER DEVLETİN MENFAATİNEDİR
Halbuki sözü edilen dinî yapılar, toplumu iman, ahlâk ve fazilet yönünden eğiten gönüllülük esasına dayalı, uhrevî hedeflere yönelik olarak kurulan manevî organizasyonlardır. Bunların aslî vazifesi hür, bağımsız, hasbî iman ve Kur’ân hizmeti yapmaktır.
Onlar bu vazifeyi ifa etmekle, dolaylı olarak ülkede asayiş ve güvenliğin tesisine pozitif katkı sağlamış olmaktadırlar. Allah u âlem onların bu hayırlı hizmetleri olmasaydı, devletin yanlış politikalarının bunalttığı kesimler, isyan ederek, güvenlik güçlerinin önünü alamayacağı sosyal patlamalara sebebiyet verirlerdi.
Sözün Özü: Devleti idare edenler, asayiş ve güvenliğe, kanunlara aykırı işler yapmadıkları sürece başta Diyanet teşkilâtı olmak üzere, cemaat ve tarikatları sağlıklı ve başarılı hizmet yapabilmeleri için rahat bırakmalı, işlerine karışmaya, politize etmeye çalışmamalıdır. Aksi halde bu yapılar toplum nezdinde etkili hizmet yapamazlar.