"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Büyük hakikat

İrfan Süleymanoğlu
23 Mayıs 2019, Perşembe
Fert olarak insanın ve sosyal bir bütünlük olarak da insanlığın algılarını etkileyen bir husustur varlık âlemi ve o âlemdeki hareketler ile fonksiyonel olarak ortaya çıkan durum ve davranışlar.

Bunların hepsine birlikte her dilde ifade tarzı değişse de “kâinat” demiş insanlar. Her insan kendi varlığı boyutunda ve beşeriyet de tarih çerçevesinde tabiri caizse yüzleşmiş bu “kâin” olanlarla. İnsanın aklı sormuş olup bitenleri; dünyaya gelir gelmez. Kalbi ise hissetmek istemiş “kâinat” dediği eşyanın hakikatini.

Nice yüzleşmeler olmuş, peygamber talimleriyle; nice asfiya, evliya ve muhakkik, birer talim görmüş muallem olarak önderlik etmiş insanlara; sırf hakikatlerden nasiplensinler diye. Nice savaşlar olmuş kıyasıya gerçeklerle yüzleşmemek uğruna. Nice yanılgılar insan aklını dumura uğratmış gerçeklere kalbiyle muhatap olamamaktan. Yangın yerine dönmüş zeminlerin serabında nice filizlenmek üzere olan umutlar yitip gitmiş, vaha zannıyla.

Görünen âlemin, bilinmezliklerin üzerinde bir kabuk olduğu anlatılmış. Muhteşem libaslarıyla arz-ı endam eden kâinat ağacının dal ve yapraklarının birer hakikatin uçları olduğu; “Akletmez misiniz?” gibi suallerle dikkate sunulmuş İlâhî Fermanlarla. Çünkü insan aklının gereği “Amentü Billah” diyerek, imana kalbettirmekti gerçekleri. 

O zaman gerçekler büyüklük sıfatına bürünmekteydi. Tevhid hakikatiyle gerçekler “hakikat-i uzma” vasfıyla tanımlanmakta ve tamamlanmaktaydı.

İşte tam da bu noktada o hakikatlerin uçlarını keşfetmek ve âlem-i gaybın azalarına, daha doğrusu hazinelerine bir nebze muttali olmak iştiyakı sarmaktaydı insanları. Temsiller ile temessülün sağlanması gerekiyordu insanların nazarlarında. Bir pencere, bir söz, bir lem’a bir şuâ istiyordu “hakikat-i uzma”. Kışırdan öze bir yolculuk gerekmekteydi; yani “kâin”den (var olanlardan) “Kün”e (Ol! emrine).

Her bir hakikat ya da gerçek ne dersek diyelim Tevhide dair birer makamdı belki de. Her varlık o makamlarda yansımaktaydı, zıtlıklarla derecelendirilmekteydi ve bizimle birer has dil ile konuşmaktaydı; “Kün” emrinin sahibi hakkında. Ancak bir handikap vardı. Tenteneli perdenin derununa inememek ve örümcek ağına takılan böcek gibi perdeye takılıp,  mağlûp olmak. Bu durum insanı zorda bırakmaktaydı.

O zaman insan büyük hakikatin cahili, gafili olmaktaydı. O azim hakikate erişmemek onu inatçı vasfıyla kendi çaresizliğiyle başbaşa bırakmaktaydı. Tam da burada Kur’ân, o hakikat-i uzma definesini ihata eden gözü açık bir gavvas (dalgıç) olarak imdada yetişmiş ve haber vermiştir o defineden.

En büyük mu’cizesi Kur’ân olan Zat (asm) ise Mi’racı ile o büyük gerçekliğin dallarını ve uçlarını keşfetmiş ve haber vermiştir. O Zatın Risaletinin ufku İnsanlığın ilerleyeceği en son hedeftir. 

İnsanlık ilerledikçe görecektir O Zat’ın (asm) erişilmez büyüklüğünü. Tevhidin büyük hakikatini, yani hakikat-i uzmayı daha iyi anlayacaktır, ziyadeleşen imanıyla ve genişleyen ufkuyla.

Okunma Sayısı: 1011
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı