Devlet idaresinde dinimizin emriyle Avrupa’dan alacağımız şeyler var.
Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren gündemimize yerleşen “medenîleşme, modernleşme, çağdaşlaşma” tartışmalarında yeri geldikçe hep tekrarlanan bir söylem var:
“Batının sadece ilim ve tekniğini alalım; ama sefahet ve bozuk ahlâkına kesinlikle geçit vermeyelim.”
İkinci Meşrûtiyet ve sonrasında bu tartışmalara aktif şekilde katılıp görüş bildiren Bediüzzaman’ın da bu manada ifadeleri mevcut.
Bazı örneklerini aktaralım.
Meselâ Hutbe-i Şamiye’de diyor ki:
“Bizim muradımız medeniyetin mehasin ve beşere menfaati bulunan iyilikleridir; yoksa günahları, seyyiatları (fenalıkları) değil.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 317)
Şu cümleler de İkinci Meşrûtiyetin ilânından üç gün sonra Sultanahmet Meydanı’ndaki mitingde irad edip Selânik’te tekrarladığı “Hürriyete hitap” nutkundan:
“Zünub ve mesavi-i medeniyeti (medeniyetin günah ve fenalıklarını) hudud-u hürriyet ve medeniyetimize (hürriyet ve medeniyet sınırlarımıza) girmekten seyf-i şeriatla (şeriat kılıcıyla) yasak edeceğiz.”
“Kesb-i medeniyette (medeniyetin kazanımlarını elde etmekte) Japonlara iktida (örnek alıp uymak) bize lâzımdır ki, onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti (medeniyetin iyilik ve güzelliklerini) almakla beraber, her kavmin maye-i bekası (devam ve bekasının mayası) olan âdât-ı milliyelerini (millî gelenek ve hasletlerini) muhafaza ettiler.” (age, s. 179)
Onun konuya yaklaşımını tamamlayan son derece orijinal bir ifadesi de 19-26 Aralık 1908 tarihlerinde Kürt Teavün ve Terakki Gazetesi’nde “Meb’usana hitap” başlığıyla yayınlanan makalesindeki şu sözlerinde:
“Avrupa’dan ahzu iktibasa (iktibas edip almaya) muhtacız. İhtiyacımız idare-i mülk (devlet idaresi) ve tanzim-i kuva-yı harbiye-i bahriyeden (deniz harp kuvvetlerinin tanziminden) ve fünun-u sanayiden (fenler ve sanayiden) işimize yarayanlarıdır. Dinimizin emriyle.” (age, s. 34)
Demek ki, Üstad devlet idaresine taallûk eden hususlarda da Avrupa’nın geliştirdiği usûl ve tekniklerden işimize yarayanların alınmasına taraftar ve dahası bunu dinin emri olarak değerlendiriyor.
Bugünün AB ve demokratikleşme reformları da öyle değil mi?