Uluslararası ceza hukuku uzmanı Sarah Leah Whitson, İsrail’in Gazze’de haftalardır inatla devam ettirdiği soykırımla ilgili değerlendirmesinde şöyle diyor:
9 Aralık 1948’de imzalanan, Türkiye ve İsrail’in 1950’den bu yana taraf olduğu Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesinin 75. yıldönümü, soykırım olaylarına karşı uluslararası toplumun tutumunu ve Türkiye’nin de bu konudaki yükümlülüklerini gündeme getiriyor.
TCK md. 76-78, soykırım suçunu tanımlıyor ve Adalet Bakanının bu suçla ilgili soruşturma başlatma yetkisine sahip olduğunu belirtiyor. Ancak AKP hükümeti bu yetkileri etkin bir şekilde kullanmıyor, Gazze konusundaki duyarlılıkları da söylem seviyesinde kalıyor.
Türkiye, İsrail’i Uluslararası Adalet Divanında dava etme ve eylemlerinin soykırım niteliğinde olduğunu tesbit ettirme hakkına sahip olmasına rağmen, bu yolu kullanmıyor.
Oysa Bosna ve Gambiya gibi ülkelerin Uluslararası Adalet Divanına başvuruları, soykırımın önlenmesi konusunda bu mahkemenin etkin bir rolü olduğunu gösteriyor.
Myanmar askerî güçlerinin Müslüman Rohingya halkına yönelik 2016’dan bu yana dalga dalga gerçekleşen ve soykırım boyutuna varan şiddet eylemleri nedeniyle Gambiya, 11 Kasım 2019’da Myanmar’ı Uluslararası Adalet Divanında dava etmiş, öncelikle geçici tedbir kararı alınmasını ve nihayetinde eylemlerin soykırım olduğunun tesbitini talep etmişti. Myanmar, Gambiya’nın dava açma hakkı olmadığını, zira söz konusu eylemlerin mağduru olmadığını iddia ettiyse de, mahkeme uluslararası hukukta bir dönüm noktası olarak kabul edilebilecek bir karar vermişti.
“Sözleşmeye taraf olan tüm devletler, ortak değerleri çerçevesinde, soykırım eylemlerinin önlenmesi ve bu eylemlerin gerçekleşmesi durumunda faillerin cezasız kalmamasını sağlama konusunda ortak bir menfaat/sorumluluk paylaşır. Bu sebeple, sadece özel olarak etkilenen bir devlet değil, Soykırım Sözleşmesine taraf olan herhangi bir devlet, kolektif yükümlülüklere uyulmadığı iddiasını tesbit etmek ve bu devletin sorumluluklarını ihlal etmesine son vermek için dava açabilir (§41)” diyen mahkeme, 23 Ocak’ta Gambiya’nın dava açmaya yetkin olduğunu kabul ederek ihtiyatî tedbir kararları vermiş ve bu kararlar şiddet eylemlerini ciddi şekilde azaltmıştı.
Holokost’tan kurtulan Nobel ödüllü yazar Elie Wiesel, ‘Taraf tutmalıyız. Tarafsızlık zalime yardım eder, mazluma asla. Sessizlik zalimi cesaretlendirir, asla mazlumu değil’ demişti. Ama ses çıkarmak, oy kazanmak için siyasî söylemlerden ibaret olmamalıdır, hele devam eden bir soykırım söz konusu ise. Ses çıkarmanın en güzel yolu, uluslararası hukukun meşru yollarını kullanmaktır. İşte, Gambiya’nın davası önümüzde en güzel örnek olarak duruyor.
İç ve uluslararası hukuktan kaynaklanan bu hak ve sorumluluklarına rağmen Türkiye’nin bu yolları kullanmaması, AKP hükümetinin Gazze konusundaki hassasiyetleri hakkında soru işaretlerine yol açıyor. Oysa Gazze’de devam eden soykırım niteliğindeki savaşın neden olduğu mağduriyetleri ciddiye alarak uluslararası hukuku etkin şekilde kullanması, Türkiye’nin saygınlığını artırır ve devam eden şiddeti önemli ölçüde azaltır.