Gelmesiyle âlemleri aydınlatan Ramazan-ı Şerif, gitmesiyle de ayrı hüzünlendiriyor.
Ebedî hayata ait kazandırdığı güzellikler ancak teselli ediyor. Bir tarla gibi bu ayda ekilen mahsûller, dünya ve ahirette baki meyveler vererek, iki cihanın saadetine vesile oluyor.
Yüce Rabbimiz kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş kapılarını Ramazan ile açtı. Rahmet ülkesinden mağfiret ümitleri gönderdi. Bize ihsan ettiği sayısız nimetler mukabilinde, sadece şükür istedi. Ramazan ile nefsimizden vererek, bu şükrü yerine getiriyoruz. Sevdiğimiz şeylerden vermeden iyiliğe erişemeyiz. Zafiyet duyduklarımızdan verdikçe, manevî kemalata ulaşabiliriz. Başta yemek, uyumak, konuşmak gibi. Nefsin ancak mideyle terbiye olduğunu hatırlarsak, Ramazan orucu ile isteklerimizi kontrol edebiliriz. Allah’ın gönderdiği sayısız nimetleri, O’nun izni dairesinde yersek ahirette tok olabiliriz. Geceleri uykunun en güzel yerinden vererek, Kur’ân ile namaz ile Allah’a dost olabiliriz. Allah için doğruyu söyler, Allah için susarsak hakikate tecelli olabiliriz. Evet bazen güzel olanı sorgulamadan rıza-i gönül ile vermek gerekir. Hikmetine binaen teslimiyet. İşte o zaman gönülde hikmet pınarları açılır. Hakikat denizine ulaşılır.
Ramazan infak ayıdır. İnfak, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek vermektir. Öyle ki, verdiklerinden çok niyet önemli, ihlâs önemli. Olsa dünyaları verirdim demenin yerini, hiçbir zenginlik dolduramaz. İman insanı darda bırakmıyor. Bir hurmanın yarısını, güzel bir sözü, samimî bir gülümsemeyi de sadaka sayıyor. Özellikle mübarek aylarda, Allah namına verdiğimiz her şey, bizi O’na daha çok yaklaştırıyor.
Âyet-i kerimede diyor: “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe asla eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.”1
İslâmın şartından biri olan zekât da, manevî bir köprü olarak gönülleri buluşturmayı bekliyor. Toplumun sosyal huzur ve kardeşliğini güven altına alıyor. Yüksek sınıfların alt sınıflara eğilmesi, el uzatmasıyla, sosyal hayatta maddî-mânevî düzen ve âhenk sağlanıyor, toplum barışı temin ediliyor.
Bediüzzaman’ın ifadesiyle: “Devam-ı hayat-ı insaniye için en mühim bir direk, zekâttır. Çünkü, beşerde, havas ve avam, iki tabaka var. Avamdan havassa karşı hürmet ve itaati temin edecek, zekâttır. Yoksa, yukarıdan avamın başına zulüm ve tahakküm iner.” 2 Toplumu huzursuzluğa iten “Başkası açlıktan ölsün, bana ne!” bencilliğini ortadan kaldıracak çare de, yine zekâttır. Bu kulluk vazifesini edebe uygun bir şekilde yerine getirmek için, Ramazan’ı fırsat bilmeliyiz.
Allah namına verilenler, huzurun teminatı olduğu gibi bereketin de vesilesidir. “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir.” 3 Sahip olduğumuz nimetlerden vermek, nimeti azaltmadığı gibi, dünya ve ahirette bekasına vesile oluyor.
Her şeyin fani olduğu dünyada, Baki olana sarılmak gerek. Allah’ın verdiklerini, Allah hesabına çalıştırdığımızda bekaya ulaşacağız. Ramazan ayını da Allah’a verirsek, ahiret de bayram olacak inşaallah.
Dipnotlar:
1) Âl-i İmrân Sûresi, 92 .
2) Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 265.
3) Bakara Sûresi, 261.