Daha çok yılın mâlum ve muayyen günlerinde, bazen de durup dururken Atatürkçülükten dem vuran dindar görünümlü kimselerin konuşmalarına şahit oluyoruz. Siyaset sahnesinden olanlar, haliyle bu işin başını çekiyor.
Doğrusunu söylemek gerekirse, bu vaziyet çok tuhaf görünüyor. Hiç yakışmıyor, hiç şık durmuyor. Bu gibi durumlarda, ister istemez Aziz Nesin’in şu sözü hatıra geliyor: “Hiçbir Müslüman Atatürk’ü sevmez. Niye sevsin ki? Yaptığı hiçbir şey İslâmın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor, hem de Müslümansa, ya ahmaktır, ya sahtekâr, ya da cahildir.”
*
Vitrindeki siyasetçilerin yaptığı resmî protokol konuşmalarında “rüşvet-i kelâm” kabilinden Mustafa Kemal’den söz etmeleri genellikle makul karşılanıyor.
Nitekim, 1950’li yıllarda Adnan Menderes ve onun emsâli olan bazı Demokratların aynı tarz konuşmaları Üstad Bediüzzaman’a iletildiğinde, bazı hatıra notlarında Üstadın şu meâlde mukabele ettiğini öğreniyoruz:
“Onlar, onun kalbinin sözleri değil; rüşvet-i kelâm kabilinden sözler. Onun kalbi bizimle beraberdir.”
Söz konusu hatıra, 1957’de hizmete giren Erzurum Atatürk Üniversitesinin açılış merasimi esnasında yapılan konuşmalarla ilgili olarak anlatılıyor. Aslında ismi “Şark Üniversitesi” olması gerekirken, son anda yapılan değişiklikle ismi başka türlü oldu. Bediüzzaman, bunun için de “O üniversitenin cismi bizim, ismini de onlara rüşvet verdik” diyor. (A. Akgündüz; Belgeler Gerçekleri Konuşuyor)
*
Yazının ana konusu itibariyle sakıncalı nokta şudur: Bazı dindar kisveli şahıslar tarafından, hiç ihtiyaç yokken, yahut protokol sınırlarını aşacak şekilde Atatürkçülük meddahlığı, yahut Kemalizm övgüsünün yapılmasıdır.
Neden sakıncalı? Zira, bir zamanlar, İslâm dinini dışlayan jakoben (zorba) Kemalistler, bir milletin dinsiz olamayacağını fark edince, bu kez dönüp Kemalizmi “Türk’ün dini” yaptılar. Tıpkı, Hıristiyanlığı protesto ederek yola çıkan Fransız ihtilâlcilerinin, bir süre sonra Protestanlığı din/mezhep haline dönüştürme manevraları gibi.
Evet, yanlış okumadınız: Bu vatanda, bir zamanlar Kemalizm “Türk’ün dini” şeklinde resmen lanse edilmeye çalışıldı. Bu feci vartanın delilini-ispatını görmek isteyenler, tek parti devrinde yayınlanan Türk Dil Kurumuna ait “Sözlük”ün DİN maddesine bakabilir. Orada, dinin sözlük manası verildikten sonra, örnekleme kısmında aynen şu ifade zikrediliyor: “Kemalizm, Türk’ün dinidir.” (TDK Türkçe Sözlük, 1946 basımı.)
Evet, Kemalist rejimin zorba bekçileri, işi bu raddeye kadar çıkarmışlardı.
Sonra baktılar ki, gidişat onların istediği gibi değil. Bu millet dininden, mukaddesatından kopmuyor. Dahası, bilhassa Nur Risâleleri sayesinde, yeni nesiller dinlerine daha sıkı, daha ihlâslı şekilde bağlandığını fark ettiler.
Bu durum karşısında, hemen çark edip, bu kez bütün tabu ve totemlerini din rengine büründürmeye çalıştılar. Bir taraftan “Biz de dindarız”, hatta “En iyi Müslüman biziz” demeye, bir taraftan da dindar kıyımına var güçleriyle devam ettiler. Allah’tan ki, güçleri gitgide eriyip zayıfladı da, mazlumlara daha diş geçiremez hale geldiler. Her ne ise…
*
Dindar, mütedeyyin olmayanların Kemalistlik sevdası ve övgüsü şimdiye kadar yadırgandığını pek hatırlamıyoruz. Ne var ki, dindar geçinen Müslümanların adeta birbiriyle yarışırcasına Atatürkçülük meddahlığına soyunması hayli yadırgandığı gibi, onların bu manadaki tutumları da ciddi ve samimi bulunmuyor. Özetle, herkes kendisine yaraşanı-yakışanı yapmalı, gayrısından uzak durmalı.