“Kanlı ihtilâl”in bayramı
Demokrat Parti iktidarını kanlı bir darbe plânı ile devirenler, ne hazindir ki, 11 Nisan 1963’te o günü resmen "Hürriyet ve Anayasa Bayramı" diye ilân ettiler.
Bu tarihte Başbakanlık makamında oturan kişi, eski Cumhurbaşkanı İsmet Paşadır. Darbe gününün sözde “Hürriyet Bayramı” olarak kutlanması işi, bütünüyle onun arzu ve isteği dahilinde gerçekleştirildi.
Bu realiyete rağmen, bazıları çıkıp diyorlar ki: "Paşanın kendisi idamlara karşıydı; ancak buna engel olamadı. Falan, filan..."
Bunlar tamamıyla kurgulanmış, yalan ve düzmece fikirler.
Haydi, farzımuhal olarak diyelim ki, idamlara mani olamadı. Peki, kendisi başbakan iken, idam edilenlerin acısı üzerinde tepineenlere ve o günü bayram diye ilân edenlere de mi mani olamadı?
Kaldı ki, 27 Mayıs gününü bayram diye ilan edenler ve bu maksatla 221 sayılı kànun maddesini hazırlayanlar, onun partidaşlarıydı.
O tarihte Meclis'in çoğunluğunu teşkil eden CHP'liler, ne yazık ki bu kànun teklifini Meclis Genel Kurulunun reyine sundular ve sonunda bunu kabul ettirdiler.
Buna karşı teessüf edilmez de, ne yapılır?
İleriki yıllarda da, hükûmetler, bu ucûbe bayramı resmen kaldırma yönünde ciddî bir çalışma yapamadı. Darbe korkusu, adeta dağlara, taşlara işlenmiş gibiydi.
Anne-babalar, erkek çocuklarına Adnan, yahut Menderes ismini vermekten çekinir olmuştu.
Dahası, eski darbenin henüz yarası kabuk bağlamadan, yapılan zulümkârlıkları az görerek yeni yeni darbe hazırlığına girişenler oluyordu. Bunların da çoğu örtbas edildi, gitti.
Bayram olmaktan çıkarılması
27 Mayıs gününü bayram olmaktan çıkaranlar ise, 12 Eylül Cuntacıları oldu.
1963'ten 1982'ye kadar, 17 sene müddetle resmî törenlerle kutlanan bu kan lekeli bayram, 26 Mayıs öğleden sonra başlamak ve 27 Mayıs günü devam etmek üzere, toplam bir buçuk güne yayılmış durumdaydı. Dolayısıyla, resmî daireler de o günlerde tatile girerdi.
Halkın pek katılmadığı ve hiç itibar etmediği 27 Mayıs'taki resmî törenler, özellikle Anayasa Mahkemesinde kutlanırdı.
1982 Anayasası döneminde yürürlükten kaldırılan bu iğrenç bayramda, bilumum devlet erkânı, Anayasa Mahkemesi başkanının makam odası önünde sıraya dizilir ve başkana arz-ı endâm ile tebriklerini sunarlardı.
1982'ye kadarki hemen her yıldönümünde, radyo, televizyon ve resmî ajansların haber metninde, aşağı yukarı şu basmakalıp meş'um cümle yer alırdı:
"27 Mayıs Hürriyet ve Anayasa Bayramı, bugün saat 12.00'den itibaren bütün yurtta, dış temsilciliklerimizde ve Kıbrıs Türk Federe Devletinde kutlanmaya başlandı."
27 Mayıs'ı bayram olmaktan çıkaran bir başka cunta, aslında seleflerinin şerefini de bir cihette kurtarmaya çalıştı.
12 Eylülcüler, 27 Mayıs'ı bayram olmaktan çıkardı çıkarmasına; ancak, itibarları iade edilen Menderes ve arkadaşlarının mezar nakli merasimine (Eylül 1990) onların hiçbiri gelip de katılmadı.
Ne hazin, ne ibretli bir durum ki, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın Yassıada’dan Topkapı’ya yapılan mezar nakli merasimlerine, askerî cenahtan bir tek temsilci dahi gelip katılmadı.
Bu fecî durum, askerî cenahın 27 Mayıs korkusunu (yahut Menderes muhalifliğini) henüz üstünden atamadığının bir işareti mahiyetini taşıyordu.
GURBETE YOL GÖRÜNDÜ Almanya’ya işçi sevkiyatı
Türkiye ile Almanya arasında yapılan "işgücü protokolü" anlaşması çerçevesinde, resmî ilk Türk işçi kàfilesi Batı (Federal) Almanya'ya doğru yola çıktı. Böylelikle, uzun yıllar sürecek olan yeni bir "gurbet kapısı" daha açılmış oldu.
* * *
Almanya, 1945'te sona eren II. Dünya Savaşında çok büyük kayıplar verdi.
Dinamik nüfus kesiminden milyonlarca insanını toprağa gömen Almanya, sanayi, teknoloji ve sahip olduğu hemen bütün modern imkânlarından da mahrum kaldı.
Ne var ki, bu ülke insanı, toprakları bölünmesine ve şehirleri harap olmasına rağmen ümidini kaybetmedi. Hayata adeta sıfır noktasından yeniden sarıldı. Sanayi ve teknolojisini yeniledi, yıkılmış binalarını mâmur etti.
* * *
Almanya, bu arada özellikle yer altı maden ocakları ile inşaatlarda çalıştırılmak üzere, dışarıdan işçi getirtilmesi yoluna gitti.
Bu maksatla Türkiye ile de bir dizi temaslar kuruldu. Her iki tarafın da rızasıyla bir "işgücü anlaşması" yapıldı. Anlaşma, 13 Haziran 1961'de imzalandı. On bir gün sonra da ilk resmî işçi kàfilesi Almanya'ya yollandı.
* * *
Almanya'ya gidecek işçiler, önce bir "uyum testi"ne tabi tutuldu.
Ardından da doktor muayenesinden geçirildi. Heves ettiği halde gidemeyenlerin bir kısmı ise, o dönemde revaçta olan "işçi simsarları"nın eline düştü.
* * *
Bin bir zahmet ve sıkıntı içinde Almanya'ya giden işçilerin, birkaç sene sonra altlarında Mersedes marka arabalarla tatil için Türkiye'ye dönmesiyle birlikte, Almanya giderek cazip bir ülke haline geldi.
İlk yıllarda yüzlerle, sonradan binlerle ifade edilen Türk işçilerin yekûnu, bugün için artık milyonlarla ifade ediliyor.
Bu sebeple, Almanya neredeyse gurbet diyârı olmaktan çıkmış görünüyor.