Kemalistler çeşit çeşittir gerçi. Ama, hemen hepsinin ortak bazı özellikleri var.
Şöyle ki: Kendilerini “ilke ve inkılâplar”ın bekçisi olarak görürler. Laikliğe lâf ettirmezler. Harf inkılâbını hararetle savunurlar. Nice başları götüren şapka devriminin gerekliliğini kuyruklu yalanlarla tevil ederler. Avrupa'dan olduğu gibi ithal edilen ticaret (İtalya), ceza (Almanya) ve medenî (İsviçre) kanunların yeni Türkiye için hayatî öneme sahip olduğunu anlatmak için bin dereden su getirirler.
*
Yaklaşık yüz senedir, söz konusu “ilke ve inkılâplar”ın hem bekçiliğini üstlenen, hem de gönüllü avukatlığını yapan aynı Kemalistler, bir taraftan da Avrupa Birliği’ne (AB) şiddetle karşı gelirler. Türkiye’nin AB üyesi olmasını katiyen istemezler. Elli senedir “İstemezuuk” deyip dururlar.
Bunlar, sözüm ona “Haçlılar”a karşıdırlar. Avrupalıları “Türkiye’nin ezelî-ebedî düşmanı” olarak görürler. “Batı emperyalizmi”ni de güya yerden yere vururlar. Vesaire…
İşte, Kemalistlerin yaman çelişkisi tam da bu noktada kendini gösterip ayyuka çıkıyor.
Zira, Kemalistlerin “Zinhar dokundurtmayız” dedikleri o “ilke ve inkılâplar”ın istisnasız tamamı Avrupa menşelidir. Onların hiçbiri yerli ve millî değildir. Bilâistisna hepsinin de patenti Batı’ya aittir.
Hakikaten de yaman çelişki değil mi? Adamlar, hem topyekûn Avrupa’ya karşı geliyor gibi davranıyor, hem de yüz yıl önce Avrupa’dan ithal edilen Batı patentli ürünleri cansiperâne savunmaya çalışıyorlar.
*
Avrupa’yı en doğru, en rasyonel şekilde analiz eden münevverlerin başında Bediüzzaman Said Nursî geliyor.
Üstad Bediüzzaman, meşhûr “Notalar”ında Avrupa’yı iki kısma ayırıyor. Kendi ifadesiyle “Yanlış anlaşılmasın, Avrupa ikidir” diyor.
Hakikî İsevilik dinine bağlı olan “Birinci Avrupa”yı insanlığa güzel, hayırlı, faydalı hizmetler sunmaya çalışan kısım olarak görürken, “insî şeytan” gibi davran “İkinci Avrupa”yı ise, nesilleri bozan, gençleri baştan çıkaran, dünyayı fesada veren ve insanlığın başına belâ olan her türlü küfür ve küfranı âleme yaymaya çalışan kısım olarak görüyor.
İşte, dine muarız olan Kemalistlerin bir çelişkisi de burada görünüyor. Onlar, insanlığa faydalı hizmetler üretip sunan; dahası, demokrasiye, insan temel hak ve hürriyetlerine öncelik veren Birinci Avrupa'dan hiç hazzetmezler. Buna mukabil, şeytanın vekili gibi çalışan İkinci Avrupa’nın ülkemize boca ettiği asırlık demode ürünlere, tapon mallara canhıraş bir şekilde sahip çıkmaya çalışırlar.
*
Yazının sonunu yine Batı’dan ithal edilen “laiklik” meselesiyle bağlayalım.
Önce şu “yerli ve millî” vurgusunu dillerine pelesenk eden Kemalistlere şunu soralım:
Laiklik dediğiniz şey, yerli ve millî midir? Asgarî 16 devlet kuran Türkler, hangi dönemde laiklik prensibini kabul etmişlerdir?
Dahası, laiklik, 1914’ten tâ 1922’ye kadar ölüm-kalım savaşı verdiğimiz Avrupa’dan ithal edilmedi mi? Sizin bugün de “düşman kampta” gördüğünüz, yahut öyle gösterdiğiniz Avrupa’nın malı değil mi laiklik? Yani patent onlara ait değil mi?
Siz farkındasınız, yahut değilsiniz; ama, şu açık bir gerçek ki, yaman, hem de çok yayan bir çelişkinin içindesiniz: Bir taraftan, yerlilikten-millilikten dem vurursunuz, bir taraftan da Latin harflerini, Roma rakamlarını, Panama şapkasını, Fransız laikliğini, Alman-İtalyan-İsviçre kanunlarını savunup durursunuz.
Sizin içinde düşmüş olduğunuz bütün bu çelişki ve tenakuzların ağına-tuzağına düşmekten her daim Allah’a sığınırız.