Papa’nın Türkiye ziyaretine dair yankılar devam ediyor. Bundan sonra da benzer ziyaretler olmaya devam edecek.
Zira, ortada ciddî bir engel bulunmuyor. Mükerrer ziyareti gerektiren ihtiyaç ve sebepler ise, daha da yükseliş gösteriyor.
Meseleye radikalce tepki veren ve bağnazca yaklaşanlara harcayacak vaktimiz yok. Onlar, varsın kendileri çalıp kendileri oynasınlar.
Aynı şekilde, meseleye siyasî iktidarın, yahut siyasî partilerin gözlüğüyle de bakmıyoruz. Çünkü, bu, hem büyük çapta siyaset üstü, hem de mânen İslâmiyet ve insanlık âleminin mukadderatıyla ilgili bir meseledir.
Kısa ve net ifadelerle söylemek gerekirse, bu meselede ana fikrimiz ve bakış açımız şudur: Nüanslara rağmen aynı mânâya tekabül eden Hıristiyanlık, Nasraniyet ve İsevilik meselesine, biz Üstad Bediüzzaman’ın baktığı ve Nur Külliyatında izahatta bulunduğu gibi bakıyoruz. Çünkü, Nur Külliyâtı Kurân’ın malı ve hakiki bir tefsiridir.
Üstadında ve Nur Külliyatında fani olan Zübeyir Gündüzalp, 25 Temmuz 1967’de Papa 6. Paul’un Türkiye ziyareti münasebetiyle kendisine danışıp “Ağabey, biz ne yapalım, ne yazalım?” diye soran İttihat gazetesi başyazarı Mustafa Polat’a “Kardeşim, sen bir ‘Hoşâmedî’ yaz; yani, ‘Hoş geldin’ diye yaz” tavsiyesinde bulunuyor. Nitekim, o tarihte İttihad’da bu mealde gayet hoş ve dengeli bir yazı neşrediliyor.
*
Risâle-i Nur’da konuyla ilgili bahisler, mübalağasız yüz sahifeyi bulur. Biz burada bunun çok cüz’i bir kısmına temas etmeye çalışalım.
Mektubat, 15. Mektup’ta bu zamanda dinsizlik nâmı hesabına çalışan iki dehşetli cereyandan söz ediliyor:
Bunlardan biri, nifak perdesi altında çalışan ve dahilde aldatmakla iş gören Süfyanî Deccal komitesidir. Mütedeyyin insanlar, İslâmiyeti ortadan kaldırmaya çalışan bu dehşetli komitenin tahribatını yüz senedir tek başına durduramadı, durduramıyor.
Diğeri ise, daha geniş bir coğrafyada “inkâr-ı uluhiyet”i de içine alan her türlü ahlaksızlık ve dinsizliği yaymaya çalışan bir cereyandır.
İşte, Müslümanlar ve İsevîler, tek başlarına bu cereyanlara karşı koyamıyor. Bu noktada Hz. Bediüzzaman, kudsî rivayete dayalı olarak şöyle bir tahlilde bulunuyor:
“O dinsizlik cereyanı pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ Aleyhisselâmın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhûr edecek. Yani, rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek. Hıristiyanlık dini hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevî İslâmiyete inkılâp edecek. Din-i hak, bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacak. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak. Âlem-i semâvatta bulunan şahs-ı İsâ Aleyhisselâmın, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sâdık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.”
*
Demek ki, asıl mesele şudur: Hakikî İsevilik zuhûr edecek. Kurân’a yönelecek. Ayrı ayrı iken dinsizlik cereyanına karşı mağlup bir duruma düşen İsevîlik ve İslâmiyet, İsevîliğin İslâmiyete tâbi olmasıyla azim bir kuvvet vücuda gelecek; ikisinin ittihadı ile o dinsizlik cereyanı mağlup düşüp dağılacak.
Sahih rivâyetlere dayalı olarak yapılan bu tahlile itiraz ile “Müslümanlar olarak biz bize yeteriz. Bizim İsevilerin iltihak ve ittihadına ihtiyacımız yok” diyenlere şunu sormalı: Yüz senedir tek başına kalarak meselâ Kemalizme karşı ne yaptınız, neler başardınız? O Kemalizm ki, İsevilerden ziyade Allah’a, Kurân’a, İslâm’a, Resulullah’a (asm) muhalif ve muarızdır.
İseviler, komünizme karşı tesirli bir mücadele verdikleri gibi, Müslümanlara nokta-i istinad olarak Kemalizme karşı da esaslı bir mücadelenin içine gireceklerdir ümidindeyiz.