Dünya ve kâinatın bütün çarkları muhteşem bir ölçü, denge ve mizan üzere kuruludur.
Zerreden en büyük kürelere kadar hiçbir yerde ölçüsüzlük, dengesizlik yoktur. Nizam, intizam, muvazene mükemmeldir. Bu sisteme “tekvinî kanunlar” yahut “âdetullah kanunları” denir.
İnsan da aynı sistem üzere gitmeli, hayatını ona göre tanzim etmeli. Aksi halde, en büyük kötülüğü evvelâ kendisine yapar; ardından, başkasına zarar verir.
Şükür ki, herşeye rağmen kendini bilen, Rabbini bilen, O’nun halk ettiği temel düstûr ve prensiplere göre hareket edenler var ki, onların yüzü suyu hürmetine hayatın yıkıcı dalgalarına karşı ayakta kalabiliyoruz.
Allah o mustakîm sadıkların, muhlislerin eksikliğini göstermesin.
*
Hayvanat, nebatat, hatta camidat (cansız varlıklar), söz konusu tekvinî kanunlar manzumesi dairesi içinde hareket eder. Nizamın dışına çıkan tek varlık, ne yazık ki insanın kendisidir. Elini nereye bulaştırsa ya bozar, ya kirletir. Hayatın temel unsurları olan havayı, suyu, toprağı habire kirletir durur. Ayrıca, bir de “gürültü kirliliği”ne sebebiyet verir. Velhâsıl, hayatın zevkini, lezzetini, dengesini bozmada insanın üzerine yoktur.
Peki, “pür-şer beşer” olan insan neden bu hale geliyor? Onun bu derece zararlı bir varlık hâline gelmesinin altında yatan sebepler nelerdir? Bunları bir kısmına temas etmeye çalışalım.
*
Hayatın normal akışına ayak uyduramayan, nizam ve intizama uymayan, yahut yaratılış maksadının dışına çıkan insanların kategorik olarak çeşitlilik arzettiğini görüyoruz.
Bunların bir kısmı “sadık-ı ahmak”tır ki, en az düşman kadar zarar verir. Zahiren mütedeyyin gibi görünse de, aklî muhakemeden noksandırlar. En az yaptığı kadar da yıkıyor. Fakat, yıktığının ve bulunduğu yere, camiaya zarar verdiğini dahi bilmiyor. Ölçüyü o derece kaçırmış, dengeyi o kadar bozmuş ki, yaptığı tahribatın farkında bile değildir. Öyleleri için “düşman başına” deyip geçelim.
*
İnsanda ölçü ve denge kaybına sebebiyet veren hâllerden biri da asabiyettir, öfkedir, yani sinirlilik halidir.
Böyleleri de bir türlü isabet kaydedemiyor; vasatta kalamıyor. Ya ifrata kaçıyor, ya tefrite sapıyor.
İlmen ve tıbben de ispat edilmiştir ki, asabî insanın muhakemesi düzgün çalışmıyor. Kişi sinirlendiği, yahut öfkesine yenik düştüğü zaman, beyindeki ilgili alanda bir büzüşme, bir daralma meydana geliyor. Buna göre, asabîlik derecesi ne kadar yüksekse, denge o derece bozuluyor, muvazene ve muhakeme o nisbette dumura uğruyor.
*
İnsanın ölçülü ve dengeli hareket etmesini sağlayan en önemli unsurlardan biri, hiç şüphesiz ilimdir, irfandır, ümrandır…
Dolayısıyla, dengesiz ve ölçüsüz hareketlerin bir sebebi de cehalettir. Onun içindir ki, cahil ve ahmak dostların düşman kadar zarar verdiğinden söz edilmiş.
Kur’ân ile ümmete gelen ilk İlâhî mesajin “Oku!” diye başlaması, ilim tahsil etmenin ve okumanın ne derece ehemmiyetli olduğunun en büyük delilidir.
*
Ölçüyü kaçırarak dine ve İslâm’a en büyük zararı verenlere dair Muhakemat’tan bir kısacık bir iktibas yaparak bitirelim. Dinde var olan bir şeyi yokmuş gibi, olmayan bir şeyi de varmış gibi gösteren mübalağacılar için şunu söylüyor Üstad Bediüzzaman: “Ey herif! Bu [türden] sözlerinle şeriata adâvet ediyorsun. Faraza sadîk olsan, sadîk-ı ahmak olursun. Adüvvü’d-dînden daha muzırsın.”