Cenevre’de Milletler Cemiyetinin (o zamanki Birleşmiş Milletler) kararıyla yeni bir statüye kavuşturulan bağımsız Hatay Cumhuriyeti, 14 Haziran 1937’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından da resmen tanınmış oldu. (Türkiye’ye bağlanması, yaklaşık iki sene sonra ancak mümkün olabildi.)
Lozan’daki görüşmeleri esnasında (1922-239) statüsü üzerinde mutabakata varılamadığı için, Türkiye, Suriye ve Fransa arasında ihtilâflı bir bölge durumunda kalan Hatay (Antakya ve çevresi), merkezi Cenevre’de bulunan Milletler Cemiyetinin (MC) gündemine taşındı. MC ise, Hatay’ın bağımsız bir hükümet şeklinde kalmasına karar verdi.
Bu tarihten sonra, kendi hükümetini teşkil eden Hatay Meclisi, 2 Eylül 1938’de bağımsız ve demokratik bir Cumhuriyet olduğunu ilân etti. Meclis, aynı anda Cumhurbaşkanlığına Tayfur Sökmen’i, Başbakanlığa ise Abdurrahman Melek’i getirdi.
40 kişilik Hatay Parlamentosunun ekseriyetini Türkler teşkil ediyordu. Bu sebeple, her yönüyle Türkiye’ye bir yakınlık hali söz konusu idi. Hatay’ın o tarihteki 240 bine yakın nüfusu, Araplar, Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerden müteşekkil idi.
16 Şubat 1939 günü Hatay Meclisi’nde yapılan toplantıda, Türkiye Cumhuriyeti kànunları Hatay Cumhuriyeti kànunları olarak aynen kabul edildi.
Fransa’nın bölgedeki nüfuzu, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşının sancıları yaşandığı esnada kırılmaya başladı. Fransa’nın, henüz açıklanmayan sebeplerle çekip gitmesi sonucu, Hatay Meclis’i de Türkiye’ye bir adım daha yakınlaşma fırsatını buldu. Nihayet, 29 Haziran 1939’da Hatay Meclisinin almış olduğu bir kararla, Hatay bütünüyle Türkiye’ye katılmış oldu. Hatay Cumhuriyetinin Türkiye’ye resmî olarak devir–teslim işlemi ise, 23 Temmuz 1939 günü gerçekleşti.
İki cesur yürek:
Bekir Berk ve Cemil Meriç
13 ve 14 Haziran günleri, içimizden çıkmış iki cesur insanın vefat yıldönümleridir. Kronolojik sıraya göre bu iki şahsiyeti kısaca hatırlatmaya çalışalım.
*
Türkiye aydınlarının yüz akı, fikir nâmusu erbabı, keskin münekkid, mütefekkir, muktesid kelâm üstadı, güçlü kalem, cesur yürek Cemil Meriç, 13 Haziran 1987’de dünyaya vedâ ederek Rahmet-i Rahman’a kavuştu.
Onun Yeni Devir gazetesinin 9 Ocak 1981 tarihli sayısında yayımlanan röportajında bir suâle verdiği harikulâde cevabı burada iktibasen verelim. Şöyle:
Suâl: ‘Vak`a-yı Hayriye’den (Tanzimat’tan) beri (1839) bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır’ diyorsunuz?
Cevap: Çıkmamıştır. Said Nursî var. Hürmete lâyık başka bir adam tanımıyorum. Ben onu tanıdım. Ben, `Müslüman mütefekkir` deyince, celâdetiyle, cihadetiyle onu tanıdım, başka tanımadım. Hepsi `Pırt!` deyince kaçan, firar eden insanlar.
Evet, Tanzimat’tan sonra büyük İslâm mütefekkiri yok. Olsaydı, zaten bu hale gelmezdik. Yani olsaydı, bir mücadele olurdu… Hiçbir mücadele olmadı. Giyin dediklerini giydik, atın dediklerini attık. Dili de mahvettik…
Bütün bu cinayetler olurken, herkes pustu, sindi… Tek sesini çıkaran Said Nursî oldu, o kadar.
*
İkinci şahsiyet, mazlumların müdafii Avukat Bekir Berk, 14 Haziran 1992’de vefât ederek Hakk’ın rahmetine vâsıl oldu.
Hayatını mazlumların ve bilhassa Risâle-i Nur ve Nur Talebelerinin müdafaasına adayan Bekir Berk, bu çerçevede yaklaşık bine yakın mahkemeye katıldı.
Üstad Bediüzzaman’ın avukatı olduktan sonra, bütün hayatını iman, Kur’ân ve ehl-i İslâmın müdafaasına adayan hem bahtiyar, hem efsane bir avukat idi. Allah gani gani rahmet eylesin.