Yüksek Seçim Kurulu’nun oy çokluğu ile İstanbul seçimleri hakkında vermiş olduğu karar, hiç tereddütsüz “siyasî”dir. Kànunî sayılsa bile, asla hukukî değildir.
Bize göre bu noktada tereddüt gösterenlerin “demokrasi”ye olan bağlılığı şüphelidir.
Zira, mesele o kadar açık, o derece bârizdir ki, bunu tutup başka türlü göstermeye çalışmak, ancak ve ancak sihirbazlıkla, illüzyonist yöntemlerle mümkün olur, başka türlü olmaz.
Nitekim, siyasî iktidara meyilli olan kimi akıl-vicdan sahiplerinden de benzer yönde yazılı-sözlü açıklamalar zuhûr etmeye başladı. Ortak aklın, ortak vicdanın sesi aynen şunları söylüyor: Yâhû! Nasıl olur da, aynı zarfın içine konulan üç pusuladan ikisi geçerli sayılıyor da, sadece bir tanesi şüpheli-şaibeli görülüp geçersiz kabul ediliyor? (Muhtarlık pusulasının durumu ayrı.)
Bu, hakikaten olacak şey değil; dahası, asla ve kat’a kabul edilemez ve kabul göremez.
Evet, aynı zarfın içindeki pusulalardan sadece bir tanesinin geçersiz sayıldığı bir uygulama örneğini hiç görmedik, duymadık, bilmiyoruz... Ne Türkiye’de, ne de demokrasinin olduğu başka ülkelerin tarihinde...
* * *
Esasında, biz tâ başından beri, yani 31 Mart akşamından bu yana, İstanbul seçimlerine yönelik “demokrasi dışı” bir müdahalenin yapıldığı kanaatindeyiz. Söz konusu müdahale de, etap etap, merhale merhale yapıla geldi: Önce Anadolu Ajansı marifetiyle, ardından formalite şikâyetler bombardımanı ile ve nihayet süresi kasten uzatılan YSK’daki tarafgir üyelerin devreye sokulmasıyla, mesele böyle “saçmasapan” bir noktaya kadar getirilmiş oldu.
İşte, biz bu müdahale silsilesini asla “hukukî” bir çerçevede görmedik ve göremeyiz. Müdahale, bütünüyle despotik yöntemlidir ve hiç şüphesiz siyasî maksatlıdır.
Haliyle, bunun karşısına hukuk ve demokrasi çerçevesi içinde çıkılmalıdır ve illâ ki çıkılacaktır diye de ümit ediyor.
* * *
Öte yandan, İmamoğlu’na fazladan verilen 13 bin adet oy, hiç bakılmadan, hiç kontrol edilmeden, YSK’nın kararıyla yok sayıldı.
Üyeler, sadece tahmin yürüttüler, yahut bir varsayımla hareket ederek bu karara vardılar.
Böyle yapmakla da, ne yazık ki seçim sistemine ağır bir darbe vurdular; dolayısıyla demokrasiyi de hançerlemiş oldular. Netice itibariyle, İstanbul seçimlerini komaya soktular.
Bakalım, 23 Haziran’da ne olacak? Hasta, acaba komadan çıkıp iyileşecek mi? Yoksa, komada iken aşırı dozda narkoz verilerek, uyutma halinin devam etmesi mi sağlanacak?
Demokrasimize sağlıklı iyileşmeler dileğinde bulunmakla birlikte, mecburen o tarihe kadar beklemek durumundayız.
***
GÜNÜN TARİHİ: 09 Mayıs 1955
Soğuk savaş dönemi
Federal Almanya, 9 Mayıs 1955’te NATO'ya dahil oldu. Bu hadiseyle, dünyanın “Soğuk Savaş Dönemi”ne girmiş olduğu kabul edilir.
Bu tarihin öncesi de var: 1947’den itibaren adım adım sıcak savaşın yaraları sarılmaya, soğuk savaş döneminin siyaseti şekillenmeye başladı.
Rusya, 1954'te kendisinin de NATO'ya katılması gerektiğini ileri sürdü. Ancak, Sosyalist Rusya’nın bu ittifakı zayıflatmayı hedef aldığını düşünen NATO ülkeleri bu teklifi reddetti.
Doğu-Batı diye ikiye bölünen Almanya'nın Batısı, yani Federal tarafın 9 Mayıs 1955’te NATO’ya dahil edilmesi kararlaştırıldı. Bu gelişmeye ânî bir karşılık olarak, Sovyetler Birliği’nin öncülüğünde Varşova Paktı kuruldu. Üye ülkeler: Macaristan, Çekoslovakya, Polonya, Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve Doğu Almanya. Böylece, yakında başlayacak “Soğuk Savaş”ın her iki tarafı da belirlenmiş oldu: Varşova Paktı’na bağlı Demir Perde Ülkeleriyle NATO’ya bağlı Hür Dünya Ülkeleri.
1950’lerde başlayan dünya çapındaki bu kutuplaşma, 1980’li yılların ortalarında, hızlı şekilde komünizmin çökmesi, demirperdenin yırtılması ve Sovyet Rusya’nın dağılmasıyla sona ermiş oldu.