Bediüzzaman Hazretleri’nin Risâle-i Nur’un fıtrî / orijinal lisânına ilişilmemesi, halâvet-i asliyesine dokunulmaması yönündeki misâlleri sunmaya devam ediyoruz.
***
İkinci bir misâl şudur ki: Hz. Üstad'ın “Nur’un mânevî avukatı” diye taltif edilen büyük âlim Ahmed Feyzi Efendi, tâ 1949'da Üstad Bediüzzaman’a mektup yazarak Gençlik Rehberi’ni daha iyi anlaşılsın diye "sadeleştirerek" yayınlamak arzusunda olduğunu arz eder. Ne var ki, Üstad Bediüzzaman bu işe razı olmadığını beyan ile şu ifadeyi kullanır: “Ancak, o esere benim imzamı değil, kendi imzanı atarsın.” (Age, s. 41)
Üçüncü bir misâl de şudur: Yine talebelerinden Hüsrev Efendi’nin 1955’te Muhakemat isimli eser üzerinde yapmış olduğu tasarrufla ilgili hatıradır. Abdülkadir Badıllı, aynı isimli eserinde neşretmiş olduğu bu hatırayı şu şekilde naklediyor: "Hüsrev Altınbaşak, Bediüzzaman’ın daha önce kendisine iltifaten verilmiş tanzim izinlerine binaen 'Muhakemat bu haliyle anlaşılmaz' diyerek sadeleştirerek mumlu kâğıda basıp Bediüzzaman’a gönderir. Muhakemat’ın yeni halini gören Bediüzzaman, Hüsrev Efendiye yeni vazifeler vererek Muhakemat’ın neşrini durdurur. Sonra, talebelerini toplayarak, 'Siz hakem olun. Bakın, şurada ben şu mânâyı kastetmiştim; fakat o, bakınız başka şekilde anlamış ve yazmış. O halde, bu şekilde Muhakemat olarak neşri caiz midir?' diye sorar.”
Görülüyor ki, Üstad Bediüzzaman, herkesin derecesine göre imtihana tabi tutulduğu şu fâni âlemde "Akla kapı açar; fakat ihtiyar ve iradeyi elden almaz" düstûruyla hareket ederek, bu meselenin de hak ve hakikat cihetini izâh ediyor.
Risâle-i Nur'u sıradanlaştırma çabası
Soru: Risâle-i Nur'un lisânına kimler niçin ilişiyor? Hedef ve maksatları nedir?
Cevap: Bazı şahıslar ve yayınevleri, "Risâle-i Nurlar daha çok okunsun, daha iyi anlaşılsın" mülâhazasıyla ve "sadeleştirme" adı altında, hiç hakları olmadığı halde Risâle-i Nur'u tahrif edip hakikatte "sıradanlaştırma"ya çalışıyor.
Burada isimlerin tamamını veremeyiz; fakat, bu yayınevlerinden biri olan Ufuk, Üstad Bediüzzaman'ı tezyif etme hususunda sâbıkalı olduğunu hatırlatmakta fayda var. Nitekim, daha evvel de değinmiştik: Risâle-i Nur’u tahrif ederek neşreden Ufuk Yayınevi, 2006 senesinde bastığı "Sultan Abdülhamid'de Yanılanlar" listesine Hz. Bediüzzaman'ı dahil ederek büyük cürüm işlemişti. Hatalarını telâfi için yaptığımız ikaza da, hiç aldırış etmediler; bilâkis, o hatayı müdafaa cihetine gittiler.
Garip mânâ, garip lâfız içinde olmalı
Sual: Kurân’ın tahsininde olan Risâle dilinin değiştirilmesinin ne gibi sakıncaları var?
Cevap: Böylesi bir müdahalenin sakıncaları saymakla bitmez.
Evvelâ, kontrol edilmesi mümkün olmayan bir tâviz ve tahrif kapısı açılmış olur. Ki, senelerce bu yönde ciddî tenkitler yapıldı.
Bugün güvenilir dediiğiniz bir değiştirmenin arkasının nasıl geleceğini ve ileride nasıl şekiller alacağını kim kestirebilir?
Bir başka sakınca, aynı zamanda Garibüzzaman olan Bediüzzaman'ın "garip lisanı"na değiştirmek sûretiyle ilişildiği takdirde, Kur'ân'ın feyzine istinad eden Risâle-i Nur'un tesirinin kırılacağı ve nazarı dağıtacağı muhakkaktır.
İşte, "Ben garibim. Benim elbisem gibi uslûp ve lisânım da gariptir" diyen Hz. Üstad'ın bu meyanda ifade ettiği "anahtar" mesabesindeki harika bir vecizesi: "Garip bir mânâ, garip bir lâfız içinde olmalı; tâ ki, nazar-ı dikkati celbetsin." (Eski Said Dönemi Eserleri, DHÖ, s. 152)
Evet, siz tutup o garipliğe müdahale ederseniz, tılsım bozulur. Tesir kırılır. Hatta, zamanın garibi ve bediî olan şahsiyeti bile "Bediüzzaman" olmaktan çıkarırsınız.
Tahrifât, tahribâttır
Tahrifât, bir cihetiyle tahribattır. Risâle-i Nur’un lisânını tahrif ihanetinde bulunan bir cereyan, hiç şüphe edilmesin ki, Nur câmiasını, dolayısıyla Nur’un umumî tesirini kırmaktan da çekinmez.
Bu sebeple, birincisinde muvaffak olamadığı zaman, bir diğer tahribat cihetine yönelir. Buna karşı son derece dikkatli ve müteyakkız davranmak icap eder. Zira, ihtilâf ve inşikak mânasındaki faaliyet ve gayretlerini gayet sinsice, üstelik sûret-i haktan görünerek yürütmeye çalışırlar.