Yaklaşık yüz elli yıla yakın bir zamandır (1870’lerden bu yana) devam edegelen ve bir türlü bitmek bilmeyen kronik bir tartışma konusu var.
Kısaca, “Devlet ve toplum idaresinde şahıs-lider mi hâkim konumda olmalı, yoksa kuvvet kànun ve prensiplerde mi olmalı?” şeklindeki bir tartışma…
Tartışmanın bir tarafında yer alanlar, her yeri geldiğinde “hürriyeti, meşrûtiyeti, adâleti, cumhuriyeti, demokrasiyi, anayasayı…” savunur ve sahip çıkmaya çalışır.
Tartışmanın diğer tarafında yer alanların öne çıkardığı argümanların hemen tamamı şahıs odaklı olup genelde şu ifadelerle dillendirilir: Padişahım çok yaşa! Sultan Abdülhamid gibi adam-lider yoktur. Mustafa Kemal gibi adam-lider yoktur. Menderes gibi, Özal gibi, Erbakan gibi, Erdoğan gibi adam-lider yoktur.
***
İşte böyle… Kimine göre, siyasette önemli olan şahıs faktörüdür. Bu tip kimseler, temayül ve tercihini vitrinde görünen üst düzey kadrosuna ve bilhassa lider konumundaki kişiye göre belirler.
Kimine göre ise, şahsın pek önemi yok. Şahıslardan herhangi biri başa getirilir. Denersin, o olmazsa diğeri gelir. Bakarsın olmadı, bu kez işi lider ve kadro ile yürütmeye çalışırsın... Dolayısıyla, böylelerinin nazarında belirleyici olan temel faktör fikirdir, dâvâdır, misyondur, ya da ideolojidir...
Bu görüşlerden biri ifrata, diğeri tefrite götürebilir. Zira, iktidara gelebilmek için bu iki faktöre de ihtiyaç var.
Öncelik, elbette ki fikirde, dâvâda, misyonda olmalı. Ancak, sadece misyon sahibi olmak, tek başına iktidar olmaya kâfi gelmiyor. Vizyon da olacak ayrıca. Dolayısıyla, bir partide, o misyona uygun donanımlı, ehliyetli, vukûfiyetli lider ve kadro da bulunması lâzımdır ki, başa güreşerek, boşlukları doldurarak iktidar alternatifi olabilme şansını yakalayabilsin.
***
Evet, siyasî partilerin asıl maksadı, elbette ki iktidar olmak ve iktidara oynamaktır.
İktidara gelme şansına, iktidarı belirleme veya alternatif olma potansiyeline sahip olmayan partilerin, fikir kulûbünden, etnik yahut ideolojik grup kimliğinden öteye gitme şansları yoktur.
Zaman zaman kırktan fazla partinin seçimlere iştirak ettiği Türkiye’de, iktidar şansı olan partiler ile ideolojik partileri birbirinden tefrik etmek hayli zorlaşıyor.
Günümüzde hem iktidara aday, hem de ideal mânâda veya dört dörtlük mükemmellikte bir siyasî parti bulmak, ne yazık ki henüz imkân ve ihtimal dışı görünüyor.
O halde, asgarî müşterekte birleşmek ve terazideki “hasenatının seyyiatına üstün gelme” noktasına bakmak gerekiyor.
Terazinin göstergesine bakanlar, elini vicdanına koyarak tercih ve desteğini tayin ettirir.
Bu noktada herkesin bir başkasına saygı duyması ve farklı tercihleri hoşgörü ile karşılaması lâzım; ki, bu demokrasinin de bir icabıdır.
***
Özetle: Bizim açımızdan, fikir ve misyon birinci plânda gelir. Ancak, şahıs ve lider de kitlelerin nazarında fevkalâde bir öneme sahiptir.
Meselâ, mevcutlar arasında “mükemmel bir reis” olan Menderes’in, zamanla ön plâna çıkması ve parti lideri olması sâyesinde, Demokrat Parti, kitlelerin nazarında daha çok güçlendi ve ülkenin her yanına kök salarak gelişti. Öyle ki, 27 Mayıs Darbesi’ne rağmen, aynı misyon Adalet Partisi’nde yaşamaya, yaşatılmaya devam etti.
Bu sebeple, şahısların değişmesi, misyon sahiplerinin tercih ve temayülünü değiştirmez, değiştirmemeli. Çünkü, misyon çizgisine bakanlar, vitrine girip çıkan şahıslardan ziyade, o misyon çizgisinin devamına ehemmiyet verir.
Son söz: Misyonlar zayıflasa da, uzun ömürlü olduklarından, kolay kolay ölüp gitmezler. Misyon partisinin canlanması ve iktidar maratonunda depara kalkması ise, elbetteki o misyona lâyık lider ve kadroların işbaşına gelmesiyle mümkün olur.