Değerli okuyucularımız tarafından, bugünlerde bizden izâhı istenen yakın tarihle bağlantılı iki konu var.
Bugün de onların üzerinde duralım inşallah.
Birincisi: Hürriyet kahramanlarından Resneli Niyazi Bey hakkında, yüz yıl sonra hâlâ revâç gören iftiralara cevap. (Bu konuyu bir sonraki yazıya bırakarak, bugün diğer konuya açıklık getirmeye çalışalım.)
İkincisi: Geçtiğimiz günlerde hatıralarını neşrettiğimiz Hacı Ahmet Ataklı ve ailesinin Kastamonu’ya sürgün edilmesine sebep olan 1936-37’deki Sason Hadisesi.
Araplar oldu “Kürt isyancı”
Aşağıda 1936-37 yıllarına ait anlatacaklarımızın önemli bir kısmı, 27 Mayıs’ın (1960) darbeci generallerinden Cemal Madanoğlu’nun, önce Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen “Anılar-I” isimli kitabında da aynen yer alıyor.
Biz ise, hem o kitaptaki bilgilerden istifade ederek, hem de söz konusu “Sason hadisesi”ni bütün dehşetiyle yaşayanları bizzat dinleyerek, ilâveten toplayabildiğimiz bilgileri sizlere takdim ediyoruz:
1936'larda Batman'ın (eskiden Sason, şimdi Kozluk ilçesine bağlı olan) Bitlis sınırındaki dağ köylerinde yaşayan Arap vatandaşlar, adeta haraca bağlanmışcasına onlardan ağır vergiler tahsil ediliyordu.
Bu ağır vergiler, gün geldi fakir köylüleri canından bezdirdi. Dolayısıyla, o zamanlar mahallî dilde kullanılan tabirle “Kamçur Vergisi”ni aksatmaya ve kesmeye başladılar.
1936’daki “Sason İsyanı” Hadisesi’nin mağdurlarından Hacı Ahmet Ataklı.
O köylerin bir kısmı Harbak Vâdisi’nde yer alır. Bazılarının eski ismi şöyledir: Harbak, Balo, Aynrast, Göğe, Bınek...
1936 yılında, ilçenin yönetim heyeti, vergi toplamak için jandarma koruması altında bir gün Harbak Köyü’ne giderler. Jandarma yüzbaşısı, kaymakam vekili ve müftü vekili ile birlikte köyün ağası Teter-i Badik’in evine misafir olurlar.
Hanımlar yemek yapmak için seferber olurlar. O esnada, yüzbaşı, fırsat kollayarak misafiri olduğu hanedeki kadınlardan birine sarkıntılıkta bulunur. Kadının kaçması, gürültünün duyulmasıyla birlikte, ortalık aniden gerilmeye başlar. Haber kısa zamanda köyde şuyû bulur. Erkekler silâhlarına davranır ve çatışma çıkar. Çatışmada, resmî görevlilerden iki kişi öldürülür.
Canını kurtaran yüzbaşı, ilçeye dönerek Ankara’ya şöyle bir rapor gönderir: “Vergi toplamak için gittiğimiz Sason’un köylerinde ‘Kürt isyanı’ başladı.”
Oysa, o köylülerin içinde bir tek Kürt kökenli vatandaş yoktu; istisnasız tamamı Arap olup hâlen de Arapça konuşurlar. Bunu bizzat gidip yerinde de tesbit ettik.
O ahlâksız komutan, kendi pisliğini örtmek-perdelemek için hükümet merkezine olayı “Kürt isyanı” şeklinde rapor etmiş.
Sonra ne mi oldu? Resmî raporda “Kürt isyanı” ifadesi yer alınca, siyasî iktidar, civardaki bütün askerî birlikleri harekete geçirerek hadise mahalline sevk ettirir. Binlerce askerin operasyon için yığıldığı Harbak Vadisi ile etrafındaki 40 köyün insanları karşı karşıya gelir. Kuşların yerine kurşunlar uçuşur o çetin dağlarda, tepelerde, vadilerde... Maaselef, çok kan dökülür.
Sonuç: Kırk köyün bulunduğu kısım abluka altına alınır. Kaçanlar eşkıya olur. Kaçamayanlar, derdest edilerek Anadolu’nun batı bölgelerine sürgüne gönderilir. Oysa, sürgün edilenlerin önemli bir kısmı, çatışmalarla hiç ilgisi olmadığı gibi, gerçekte nelerin olup bittiğini dahi bilmiyorlardı.
İşte, hatıralarını tesbit ve neşrettiğimiz Kastamonu şahitlerinden Hacı Ahmet Ataklı ve ailesi de, o sürgün hadisesinin mâsum mağdurlarından biridir.