Ölüm herkes için her zaman var. Bazen de etrafta “kol gezer” bir tarzda yoğunlaşarak kendini hissettirir. İşte, biz de o zamanlardan birinin içindeyiz; dahası, taziye yolunda ve taziye ziyaretlerindeyiz.
Cümlemizin geçmişlerine Cenab-ı Hak rahmet ve mağfiret eylesin. Bir gün bizler de onları takip etmeye mecbur ve hatta mahkûmüz. Bunun başka hiçbir çaresi yoktur. Herkes gibi biz de alaküllihâl yolcuyuz. Yolcu da yolunda gerek…
*
Ölümü hatırlamayan, hatırlamak istemeyenleri bir tarafa bırakarak, ölüme dair güzel ve manidar şeyleri yazanlara bakalım biz.
Evet, ölüme dair güzel şeyler yazan, söyleyen, nasihatte bulunan birçok kimse var. Ama, onlardan biri var ki, çoğu zaman derhatır ettirir. O da “Yaş Otuz Beş”in şairi Cahit Sıtkı Tarancı’dır “Neylersin, ölüm herkesin başında” mısrasıyla pek güzel bir sıralama yapmış. Onu aşağıda sırası gelince ayrıca hatırlatalım.
Sadece bu mısrada bile, hayat kadar ehemmiyet arz eden ölüm gerçeğinin gayet yalın bir şekilde ifade etmiş. Yani, ölüm için, ecel için, küçük–büyük, genç–ihtiyar fark etmiyor. Bu vakıa, her an için herkesin başına gelebilir ve geliyor.
Öte yandan, dindar Anadolu insanı da, ecel hakikatini şu sözlerle vecizeleştirmiş: “Ölümdür bu, ihtiyarları alır sıra sıra; gençleri de alır ara–sıra.”
Ne kadar doğru değil mi…
İşte, bu doğruyu doğrudan haber veren ibretlik manzaralar, esasen her gün gözler önüne seriliyor: Savaşlarla, depremlerle, yangınlarla, salgınlarla, sellerle, patlamalarla, terörist saldırılarla, trafik kazalarıyla ve sâir sebeplerle, sadece fertlerin değil, kitlelerle, kafilelerle insan ölümlerine şahit olmaktayız.
Demek ki, sadece yaşlanınca değil, ölümü her zaman ve her yaşta hatırlamak lâzım.
Şüphesiz ki, hatırlamak yetmez; bu kaçınılmaz yolculuğa her gün için hazır olmak gerekir.
Zaten, hazır olmayan ne kazanır ki? Hazırlık yapmayanın eline ne geçer ve ne geçiyor ki? Dahası, hazırlığı düşünmeyen kimse, acaba neyi değiştirebiliyor ki?
İyisi mi, Cahit Sıtkı’nın o meşhûr mısralarını unutmamak ve daima hatırlamaya çalışmak:
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
*
Bundan yıllar önce, seksen yaşını geçkin gazeteci–yazar İlhan Selçuk’un ölümü, onunla aynı yaşlarda bulunan diğer meslektaşlarının da ölüm hakikatini hatırlamalarına bir vesile oldu. Meselâ o tarihte Milliyet’te yazan Çetin Altan “84...” başlıklı yazısı. O yazıda daha ziyade kendi ölümüyle ilgili düşünceler serdetti.
Altan’ın yazısındaki bazı ifadeler, onun kendi ölümünü nasıl da ciddî ciddî düşünmeye başladığının bir işareti olsa gerek. İşte o ifadelerden biri:
“Şayet ömür merdiveninin son basamağındaysam ve ‘85...’ başlığını hiçbir zaman yazamayacaksam, çok doğal karşılayacaklardır bunu da: ‘Zaten 80’ini çoktan aşmıştı... Yaş yetmiş, iş bitmiş... Ahı gitmiş, vahı kalmış... Bir ayağı çukurda...’ diyecekler...”
Evet, bir süre sonra kendisi de vefat eden Çetin Altan’ın o zaman sıralamış olduğu yukarıdaki sözler, aslında çoğu kimsenin ağızdan çıkan ve artık gayet normal karşılanan sözler olarak görünüyor. Şu var ki, ölümle ilgili sözlerden ziyade, ölümün hakikatini düşünüp, onu hakkalyakin bir surette hissetmeye çalışmak gerek. Nitekim, bu noktaya dair birçok âyet ve hadis var.