Yakın tarihimiz, okullarda olduğu gibi değil de, daha çok resmî ideoloji çerçevesinde okutulup öğretilir.
Resmî ideoloji ise, kısaca Kemalizm, yahut Atatürkçülük demektir. Ki, bunlar da adeta tabulaştırılmış olduğundan, yakın tarihte olup bitenlerin eleştirisi, sorgulaması rahatça yapılamıyor.
Oysa, eleştiri ve sorgulamanın önü daima açık olmalı. Hakikate başka türlü ulaşmak, neredeyse imkânsız hale gelir.
***
Birçok yönden yakın tarih sorgulaması yapmak mümkün. Biz de bunu zaman zaman yapıyoruz. Bu sebeple bazen çok şiddetli hücumlara da maruz kalıyoruz. Hiç önemli değil. Biz bildiğimiz ve inandığımız doğrultuda yazmaya, anlatmaya devam etmek azim ve kararlılığındayız. Bunu yapmaya kendimizi mecbur ve mükellef hissediyoruz.
Yazdıklarımızdan ötürü rahatsız olanlar, hatta bizi çeşitli mercilere jurnalleyerek hesap sorulmasını ısrarla talep edenler de oluyor.
Onlar kendi işlerine devam etsinler, biz de kendi işimizi yapmaya devam edelim. Ama, şunu onlar ve herkes bilsin ki, biz sadece adaletli, hakkaniyetli bir tarih mahkemesi önünde ve hasseten Allah’ın huzurunda hesap verecek şekilde işimizi yapmaya devam edegeliyoruz.
Bu hatırlatmalardan sonra, şimdi de yakın tarihte türlü siyasî sebeplerle dışlanan, diskalifiye edilen ve bilhassa fikir ayrılığı sebebiyle cezalandırılan İstiklâl Harbi’nin tanınmış simâlarının maruz kaldıkları muameleyi şöyle kısa bir sorgulamaya tabi tutmak istiyoruz.
***
Bugünkü nesil, adına İstiklâl Harbi denilen Millî Mücadele yıllarının kahramanlarından çoğunu bilmiyor, tanımıyor. Zira, onların birçoğu zaten şehit olup gittiği için unutuldu, yahut unutturuldu.
Diğer bir kısmı ise, gayet sinsice planlarla itilip kakılmak, yahut oyuna getirilmek sûretiyle dışlandı, devre dışı edildi. Devre dışı edilenlerin bazısı hudut haricine gitmek, bir kısmı köşesine çekilmek, siyasetten uzak durmak ve bir kısmı ise sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye sürülmek mecburiyetinde bırakıldı.
İşin en acı, en kahredici tarafı ise, bütün bu vatanperver kahramanların “hain”liğe kadar varan bir damgacılıkla kara listelere dahil edilmesiydi.
Meselâ, cesaret ve dirayetiyle eşsiz bir kahraman olan Çerkes Ethem’e hiç utanmadan “hain” damgasını vurdular. Şayet ellerine bir imkân-fırsat geçseydi, hiç şüphe yok o büyük vatanperveri öldüreceklerdi. Tıpkı Ali Şükrü Beyi, Halit Paşayı katlettikleri gibi...
***
Dışlananlar, sadece Çerkes Ethem ve Kuvvâ-i Seyyâredeki arkadaşları değildir. Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir de, önce askeriyeden, ardından siyasî hayattan dışlanan gerçek kahramanlardan biridir. Bu eşsiz kahraman, 1926’da neredeyse idam edilecekti.
Kezâ, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuad Cebesoy, Cafer Tayyar, Ali İhsan Paşa, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa gibi İstiklâl Harbi’nin gayretli kumandanları da kimi cüce kafalılar tarafından dışlanarak pasifize edilmeye çalışıldı.
Aynı dışlanmaya, Millî Mücadele safında yer alan Dr. Adnan Adıvar, Dr. Rıza Nur, Hüseyin Avni, Mehmet Âkif ve Yahya Kemal gibi entelektüel birikimi yüksek siyasî şahsiyetler de mâruz kaldı. Onların da siyasî hayatları adeta bitirildi.
Yönetim merkezinde siyasî ve askerî sultasını kuranlar tarafından dışlanan ve hayatının sonuna kadar (35 yıl müddetle) sürgün ve hapis cezasına zulmen mâruz bırakılan çok önemli bir şahsiyet daha var: Bediüzzaman Said Nursî.
Dışlananların tamamını, dünya görüşleri itibariyle aynı kategoride değerlendirmek mümkün değil. Ancak, merkezdeki totaliter kafanın gözünde, bunların hepsi de “muhalif” kimselerdi.
Oysa, “her hükümette muhalif bulunur” ve bulunmalı da. Ama, yıllar yılı buna hayır diyen bir zihniyet var ki, biz de temsilcileri hâlâ aramızda bulunan bu zihniyetle tarih önünde hesaplaşmak istiyoruz.