Aydınlık karanlık, ittihad ihtilâf, adalet zulüm, hürriyet istibdat, zenginlik fakirlik, inanç ve inançsızlık... Zıtlıklar dünyasında imtihan devam ediyor.
Bediüzzaman Hazretlerine göre asrın getirdiği teknolojik nimetler insanlığın ortak malıdır. Herkesin bunda hissesi vardır. Yani “herkese terakkî dünyası, bize tedennî dünyası” değildir. O, zindan-ı atalete düşüren sebeplerden kurtulmamızı; tembelliği, ümitsizliği, cehaleti ve ihtilâfı bırakıp ‘terakkî şimendiferine’’ binmemizi istiyor.
“Ey mazlum ihvan-ı vatan! Gidelim, dahil olalım. Birinci kapısı, şeriat dairesinde ittihad-ı kulub; ikincisi, muhabbet-i milliye; üçüncüsü, maarif; dördüncüsü, sa’y-i insanî; beşincisi, terk-i sefahettir.”1
“İTTİHAD-I NUR”
Öncelikle en şedid düşman olan ihtilaftan kurtulmamız lâzım. Sonra kalplerimizi, duygu ve düşüncelerimizi İslâm hakikatleri doğrultusunda birleştirmemiz gerekiyor. Medar-ı niza konuları meşveretle çözme ve bir an önce yekvücut halinde hizmete koşma zamanı.
Sahi; biz Müslümanlar, Nur talebeleri neyimizi paylaşamıyoruz da ihtilâfa düşüyoruz! Bu ihtilâf “Paşa dedemizden kalan miras kavgası(!)” değil sonuçta.
İslâm hepimizin dini, Kur’ân hepimizin kitabı, tefsiri olan Risale-i Nur hepimizin hayat prensipleri.. Ve Hz. Üstad hepimizin üstadı. Daha özelde gazete hepimizin gazetesi...
Rabbimiz “İhtilâfa düşmeyin sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz elden gider” buyuruyor.2 “Cenab-ı Hak bu hizmeti, en muhalife de yaptırır. Bizim düşüneceğimiz; uhuvvet, muhabbet, ittihad ve tesanüddür.” Bugün ‘ittihad-ı Nur’ için küçük bir adım atalım mı?
“İTTİHAD-I İSLÂM”
Can yakan, can alıcı ve cevabı can verici olan sual şu: İttihad-ı Nur olmadan dünyevî saadetimiz mümkün mü? Demokratlar toparlanıp her türlü istibdata karşı çıkarak hak ve hürriyet mücadelesine başlar mı? Uzak bir ideal olan “ittihad-ı İslâm” gerçekleşebilir mi?
Bir Jön Türk gazetesi olan ve 1896 da Kahire’de neşredilen Kanun-u Esasî gazetesindeki isimsiz makalelerden anladığımıza göre “ittihad-ı İslâm” müzakereleri yeni değil.
Meşrutiyeti savunan gazetenin logosunda “Ve emruhum şûrâ beynehum” ayeti yazılmış. Gazetenin 14 Mart 1898 tarihli 9. sayısında ittihad-ı İslâm özetle şöyle tarif ediliyor; “yeryüzünde bulunan bütün Müslümanların birleşip, diğer milletlere karşı dindaşlarının haklarını müdafaa ve dini yüceltmek için mücadele etmesi.”
Bu hayalin gerçekleşmesini herkes istiyordu. Ancak yaşadıkları dönemde, fikrî ve siyasî yönden bütün Müslümanların fiilen birleşmesinin önünde büyük engeller vardı. Servetleri ve kuvvetleri az, hükümetleri miskin ve cahil bırakılmış Müslüman milletlerin karşısında Hıristiyan devletlerin üstün güçleri bulunmaktaydı. Bunun için cehalet, ihtilâf ve fakirlikten kurtulmaları gerekiyordu.
“İttihad-ı İslâm” hayali güzeldi, fakat gayret ve azim istiyordu. “Duanın yanına katran da katmak” gerekiyordu. Allah kim çalışırsa ona veriyordu. İhlâs şerde dahi olsa tesirli oluyordu.
PAPA’YA MEKTUP VE ZÜLFİKAR
Gaye-i hayal olmazsa zihinler enelerin, egoların etrafında gezip, bizi birbirimizle uğraştırıyorsa; gaye-i hayallerimizi gözden geçirmemiz, ihtilâftan kurtulmamız gerekiyor.
Müşahhas, küçük bir teklif arz edelim. Risale okuyucuları bilir:
Hazret-i Üstad 22 Şubat 1951’de Vatikan’daki Hıristiyan âleminin ruhanî reisi olan Papa’ya bir Zülfikar kitabı göndermiş, Papa da buna karşı teşekkür cevabını yazmıştı.
Malumunuz yeni Papa seçildi. İlk konuşmasında “barış ve diyaloglarla köprülerin kurulması gerektiğini” vurguladı.
Biz de Papa’ya Üstadı, davasını tanıtan bir tebrik mektubu ile bir Sözler veya Zülfikar kitabı gönderelim mi? Ne dersiniz?
Dipnotlar:
1- DHÖ; 2- Enfal Suresi: 46.