“Belkıs, bak; biz bir daha giriyoruz, cahiliye çağına/ Bak, bir daha giriyoruz vahşete/ Geriliğe, çirkefliğe, zillete/ Bir daha giriyoruz barbarlık çağlarına.” N. Kabbânî
Farkında mısınız; dünya gittikçe çoraklaşıyor, yaşan(a)maz oluyor. Her şey maddede aranıyor. Karanlık bir cahiliye çağı... İnsanî, ahlâkî, hukukî değerler buhar olup uçuyor. Bir çöldeyiz sanki, çaresizce bir vaha arıyoruz!
Umudumuz, birkaç iyi insanın karanlığı dağıtacak bir nur göstermesinde.
***
Etrafınızda uçuşan kelimelere, dünyaya bir bakın! Döviz, borsa, pazar, kâr oranı, zamlar, kira, algı yönetimi, sosyal medya, reklam, daha fazla güç, savaş gemileri, nükleer bomba...
Varsa yoksa maddî değerler, siyasî ve askerî güç yarışı, iktidar kavgası ve narsistçe bir böbürlenme.
“Ebu Leheb öldü” diyorlar/ Ebu Leheb ölmedi, yâ Muhammed (asm)/ Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” diyen şair haksız mı?
“KIYAMET YAKLAŞTIĞINDA!”
İnsaniyet, nezaket, kibarlık, dostluk, aşk, aile, komşuluk, tevazu, ahde vefa, diğergâmlık, yardımseverlik, yetimi, zayıfı ve fakiri gözetmek, haramdan ve haksız kazançtan uzak durma, yaşlıya hürmet, küçüğe şefkat, doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk, adalet, insan hakları, çevreye ve kul hakkına hassasiyet...
Unutulan insanî değerler mi sizce de?
***
Her şey olup bittiğinde, “kıyamet yaklaştığında” yanlış bir kader ve tevekkül anlayışıyla “olanda hayır vardır” demek ne kadar doğru?
Şirazî sitem ediyor: “Kötülerin, iyi oyun oynadığı bir dünyada, değişmeyen şey; iyilerin insanı deli eden sabrıdır.”
“Ne yapalım, herkes böyle” diyenleri ise, Üstad ikaz ediyor:
“Hem deme: ‘Ben de herkes gibiyim.’ Çünkü herkes sana kabir kapısına kadar arkadaşlık eder. Herkesle musibette beraber olmak demek olan teselli ise; kabrin öbür tarafında pek esassızdır.”
Karakoç’sa; “Herkes gibi olmak, olmayacak bir şey/ Herkes gibi olmak, olmamak gibi bir şey” diyor.
OYUN KURUCU KÖTÜLER
Rabbimiz, Kur’ân’da oyun kurucu kötüleri dört sınıfa ayırıyor:
* Zalim saltanatın sembolü, kendini ölümsüz ve dünyanın sahibi zanneden, ilahlık iddiasında bulunan Firavun.
* Kralın emirlerini körükörüne uygulayan bürokrasinin sembolü Haman.
* Zenginlik ve sermayeyi baskı ve zulüm için Firavunun emrine verenlerin sembolü Karun.
* Firavunun menfaati doğrultusunda fetva veren, dünyayı dine tercih eden, halkı ikna edip uyutan, hakikatı örten âlimlerin (ulemaü’s-su’) bilginin ve medyanın sembolü Bel’am b. Baura.
Bel’am, diğer üç unsurun meşruiyet kaynağıdır. Denilebilir ki; Bel’am olmadan Firavun, Haman ve Karun’un ayakta kalması mümkün değildir.
Bunların karşısındaki ise, Hz. Musa (as) ve beraberindekiler. İnsanlık tarihinde hak, adalet ve sağduyuyu temsil eden, nübüvvet zincirinin bir halkasını oluşturuyor.
***
Tarihte olduğu gibi; günümüzde de durum aynı değil mi?
Şimdi vicdanen cevaplanması gereken (vicdan varsa... bozulmadıysa... vestiyerde unutulmadıysa!) uzmanlık sorusu şu:
“Ben kimin tarafındayım; Musa’nın (as) mı, Firavun’un mu? Gönlüm Musa’dan (as) yanayken, ayaklarım Firavun’un yanında olmasın sakın!”
KORKMAK!
Yazıya onunla başladık, onunla bitirelim: Nizar Kabbânî, hayatı boyunca zulüm ve haksızlıklara karşı çıkan, Suriyeli diplomat bir şair.
“Yıldızlar bile korkar vatanımdan/ Bilemiyorum sebebini/ Gezegenler, gemiler, bulutlar bile/ Defterler, kitaplar bile/ Güzellikle ilgisi olan her şey!”